Allah-u Zülcelal bizleri kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır. Allah-u Zülcelal bizi bu dünyaya kendi rızasını kazanabilmemiz için göndermiştir. Allah-u Zülcelal böyle buyurduğu halde bizim kalbimizde başka şeylerin bulunması çok yanlış bir şeydir. Kalbimizde daima Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmak için bir merak, bir hararet ve yanma bulunmalıdır. Eğer insanın kalbinde Allah-u Zülcelal'in rızasının merakı varsa, gün-gün, saat-saat O'na doğru mutlaka gidecektir.
Malik bin Dinar şöyle demiştir: "Dünyada insanın kalbinde ne kadar dünya merakı varsa, o derece ahiretin merakı onun kalbinden çıkar."
Bu söze biraz dikkat etmemiz lazımdır. Biz kalbimizi dünyaya ne kadar verirsek, ahiretin merakı o derece kalbimizden çıkar. Çünkü dünya ile ahiret tamamen birbirine zıttırlar. Bunu zahiri olarakta görebiliriz. Kalpte ahiretin merakı olduğu zaman insan namaz kılar, zikir yapar, hatme yapar, cemaate gelir.
Böyle olan bir kimsenin kalbinde Allah-u Zülcelal'in rızasının merakı var demektir. Ama bu ibadetlerin üzerinde gevşek davranıyorsa, adi olan dünyanın muhabbeti, merakı kalbine gelmiş, ahiretin merakı kalbinden çıkmış demektir.
Nasıl insan bir evi terkettiği zaman, birkaç sene sonra o ev harabe haline geliyorsa; insanın kalbi de aynen böyledir. Allah'ın rızasının merakı ondan çıkarsa veya ibadet yapmadığı zaman, zikir yapmadığı zaman, cemaati kaçırdığı zaman, gece namazına kalkmadığı zaman, bir merak bir hüzün onda peydah olmazsa, aynı harabe olan ev gibi kalpte harabeye döner.