Sadat-ı kiram efendilerimizden İmam-ı Rabbanî hazretlerinin oğlu Muhammed Masum hazretlerinin onlarca halifesi vardı. Onlardan birinin adı da Seyyid Muhammed Murad-ı Münzevî hazretleriydi. 1644-1719 yılları arasında yaşadı.
Bir sohbetinde şöyle buyurdu:
“Allah Teala insanı kalp ve bedenden meydana gelen bir varlık olarak yaratmıştır. Bedenin ve kalbin kemale ermesi. Peygamber Efendimiz’e tabi olmakla olur.
Resülullah Efendimiz (s.a.v) vesile olmadan kemalat/manevi olgunluk meydana gelmez. Allah Teala’nın adeti böyledir. Ashab-ı kiram efendilerimiz, bu kemalatı Resülullah Efendimiz’den (s.a.v) almıştır. Tabiîn ise bunu, onlar vasıtasıyla almışlardır.
Şu halde herkesin zahirî ve batınî kemalatı ancak Resülullah Efendımiz (s.a.v) aracılığıyla olmaktadır. Bütün bu manevi olgunluklara/kemalata kavuşmanın yolu, Allah Teala’ya muhabbet île meydana gelir. Bu muhabbetin ele geçmesi ise Allah’ın Resülü’ne (s.a.v) tabi olmakla zuhur eder. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de,
‘De ki:”Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Ali-ı imran 3/31) buyrulmuştur.
O halde Hz. Resülullah’a tabi olmaktan başka bu kemalata kavuşmanın yolu yoktur. Tabi olmak ise iki kısımdır: Biri zahiren, diğeri batınen tabi olmaktır. Zahiren tabi olmak alimlerin yazdıkları bilgilere uymakla olur. Alimler Resülullah’ın emirlerini, sözlerini ve işlerini noksansız ve ilavesiz aynen yazmışlar ve zapt etmişlerdir. Bunlar fıkıh, hadis ve tefsir ilminde bildirilmiştir. Batınî olarak tabi olmak ise Resülullah Efendimiz’in (s.a.v) beğendiği işleri yapmak, hallerde ve ahlakta kendisine tabi olmaktır.
Bunların bir kısmını ulema beyan etmiştir. Lakin tamamını beyan etmeye kelimeler ve ibareler yeterli değildir. Ancak bunlar, batınî mana ile anlaşılabilir. Bu işle de mürşid-i kamil olan zatlar vazifelidir.
Muhabbet denilen mesele, kesbî değildir. Çalışmakla elde edilmez. Allah vergisidir; vehbîdir. Kul ile Rabb’i arasında olan muamele (yani muhabbet) henüz sütten kesilmiş masum bir çocuk ile annesi arasında olan muamele gibi olmalıdır. Masum çocuk annesini kaybetmiştir; oturur ağlar. ‘Annemi isterim’ der. Annenin ismi nedir oğul dediklerinde, o isimle ilgilenmez bile. Yine, ‘Annemi isterim’ diye ağlar. Annenin evi nerededir dediklerinde, yine alaka göstermez. ‘Annemi bana bulun’ der, işte bu şekildeki çocuğu herkes korur ve ona yardımcı olmak ister.
Allah Teala insanın yüreğine ruh aleminden bir gönül, yani kalp yerleştirmiştir. Bu gönlün bilmek, tanımak, istemek, sevmek gibi temel özellikleri vardır. Mesela bu gönüle birbirine zıt iki şeyin sevgisi sığmaz. Bu gönüle kendisini yaratanı bilmek, O’nu sevmek, rızasına kavuşmayı arzu etmek lazım gelir. Onun için de Resulullan’a (s.a.v) her bakımdan tabi olmak gerekir. O’ndan başka her şeyden alakayı kalben kesmek, bu geçici dünyadan kalp huzuru içinde vakti Allah Teala’ya ibadetle geçirmek ve Allah Teala’nın rızasına uygun şekilde konuşmak yaraşır.
Böyle bir gönüle sahip olmayan kimse, insan suretinde bir mahluktur. Böyle bir saadetten mahrum olan kimse, kesinlikle hastadır. Bunun ilacı ise, gafletten uyanıp pişman olmaktır. Af ve mağfiret etmesi için Allah Teala’ya yalvarmaktır. Bu yolda muvaffak olmasını, kabulünü ve yardımını istemek, üzerinde bulunan Allah Teala’nın ve kullarının haklarım ödemek, hak sahiplerini razı etmek, bu gönüle sahip olan kişiye düşen çok önemli bir vazifedir.
Eğer kişi, o anda bu hakları ödeme gücüne sahip değilse, bunları gücü yettiği zaman ödemeye kati olarak karar vermelidir. Sünnet-i seniyyeye uyup, işlerinde azimetlere (takvaya uygun şeylere) sarılmalı, bid’at ve ruhsatlardan sakınmalıdır. Her işinde ve her halinde Resül-i Ekrem’e (s.a.v) ve onun ashab-ı kiramına tabi olmalıdır.”
Yar ile Şimdi – Ahmet ÇAĞIL