Allah'ım, şifa ver
Böbrek ve kalp yetmezliğinden tutun, şeker ve yüksek tansiyona,
herhangi bir organında sürekli hastalık taşımaktan, her gün ilâç
kullanmayı veya düzenli aşı olmayı gerektirenine kadar yığınla problem
var.
Sürekli olmasa da, ameliyatı veya ciddi bir tedaviyi şart kılan nice
hastalıklarla karşı karşıyayız. Yapılan istatistik araştırmalarda,
yaşayan insanların beşte biri hastalardan oluştuğuna göre, hayatınızın
bir döneminde ciddi bir hastalıkla ya karşılaşmışsınız ya da
karşılaşacaksınızdır. "Hayatımda bir aspirin bile kullanmadım" diyenler
ise, hem çok azınlıkta, hem de çok gerilerde kaldılar.
Eğer hasta sizseniz, acıyı bir kere çekersiniz. Eğer anne baba, eş,
kardeş veya ciğerpâresi evlâdınız ise, iki kez acı çekersiniz.
Özellikle ailenin en önemli iki direği olan eşlerden biri hastaysa,
evde huzur ve sevinç kalmayabilir. Çocuğunuz hastaysa, her gün kan
ağlarsınız. Kim bilir, bir türlü güneş ışığının doğmadığı uzun
gecelerde yavrunuzun başında ağlarken, onun derdini çekmeye gönülden
razı olursunuz. Belki, "Allah'ım, şifa ver." diye dua ederken,
"Evlâdımın yerine bu derdi ben çekeyim." bile dersiniz.
Öyle hastalıklar vardır ki, hastane eviniz olur, yuvanızı unutursunuz.
"Hastane önünde incir ağacı/ Doktor bulamadı bana ilâcı" diye yanık bir
türkü tutturan hasta, bir yanda "Çaresiz dertlere düştüm Doktor bana
bir çare" şarkısını içli içli söyleyen komşusuna kulak kabartır. Geçmez
günler bir türlü. Olmaz sabah hiçbir zaman. Geceler sonsuz gibi gelir
insana. Yatağa esir olur, özgürlüğü özlersiniz hep.
Ne doktora para yetişir, ne ilâca. Belki bazen şanslı olduğunuzu
düşünürsünüz. "İyi ki, sıcak bir hastane yatağındayım. İyi kötü bir
doktorum, bazen azarlayıp fırça atsalar da hemşirelerim ve hasta
bakıcılarım var." diye sevinirsiniz.
Sağlığın kıymetini bilmek için hasta olmak gerekmiyor
İster kolayca tedavi edilebilsin, ister çok uzun sürsün tüm hastalıkların bize kazandırdıkları ve mesajları vardır.
Bir kere sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimiz, hastalıkları
bize işkence etmek için veriyor değildir. O bizim acı çekmemizden ve
ağlamamızdan memnun olmaz. Sürekli mutlu ve sevinçli olmamızı ister.
Buna rağmen başta en sevdiği insanlar olan peygamberlere hastalıkların
en ağırını verdiğine göre; bunda başka rahmet tecellileri vardır.
Hem yarattığı her şeyde sayısız hikmetler bulunan O Hakîm–i Mutlak,
hastalığı boş, anlamsız, sebepsiz ve gayesiz olarak vermiş olamaz.
Elbette hastalıklarda çok hikmetler ve gayeler vardır.
Hastalık her şeyden önce Rabbimizin bize verdiği nimetlerin değerini
takdir etmemize vesile olur. Midemize, kalbimize, gözümüze gelen bir
hastalık bu organlarımızın ne kadar kıymetli ve sağlıklı yaşamanın
büyük bir nimet olduğunu anlatır bize. Böylece sayıları belki de yüzü
bulan maddî ve manevî organlarımızın ve duygularımızın paha biçilmez
değerde olduğunu anlar, bunları bize ihsan eden Zat–ı Zülcelâle sonsuz
şükrederiz.
Burada şu soru aklınıza gelebilir:
"Sağlığın kıymetini bilmek için hasta olmak gerekiyorsa, kıymetli olan
sağlığı tadamamış oluyoruz. Sağlıklı olmadıktan sonra kıymetini
bilmemiz bir anlam ifade eder mi?"
Nefsimize gelen bu sorunun cevabını vermek çok kolay…
Birincisi, hayatının belli bir döneminde hasta olan insanların sağlıklı
organları ve sağlıklı yılları daha çoktur. Dolayısıyla kıymetini
öğrendiği sağlığı doya doya yaşıyor demektir. Ömür boyu hasta olan
insanlar yok denecek kadar azdır. Meselâ, birkaç yıl hastalık çeken bir
insan, ömrünün geri kalan kısmında sağlıklıdır.
Bu konuda 18 sene hastalık çeken ve sabır kahramanı olarak bilinen Hz.
Eyyûb Aleyhisselâm'a, "Hastalığın geçmesi için Cenab–ı Hakka dua etsen
olmaz mı?" diye soran hanımına verdiği cevap ne kadar ibretlidir:
"Benim bolluk ve refah içinde yaşadığım müddet 80 yıldır. Çekmiş
olduğum darlık ve sıkıntılı zaman ise, daha bu süreye ulaşmamıştır. Bu
durumda ben Allah'tan utanırım. Ona bu hâlin üzerimden gitmesi için
nasıl dua ederim..."
Keşke dünyada iken biz de bu musibetlere uğrasayadık
Hem hastalık çektiğimiz organımız bir tane, bazen çok nadir olarak
birkaç tanedir. Ağır bir kalp veya karaciğer rahatsızlığı geçiren bir
insanı düşünün. Bu hâliyle tedavi edilince er geç şifaya
kavuşabilmektedir.
Acaba bütün organlarınızın rahatsız olduğunu düşünün. Bir insan buna
dayanabilir mi? Bırakın bütünü, aynı anda on hastalığı bulunan bir
kimseyi hayal edin. Yaşamak ölümden beter olmaz mı?
Demek her hâlimizde hastalığı verene şükretmemiz gerekmektedir.
Hastalık aynı zamanda günahların affına ve sevapların kazanılmasına
vesiledir. Hadislerde, her hastalığın günahları affettirdiği, bir
insanın kendi gayretiyle ulaşamayacağı makamlara yücelttiği belirtilir.
Hatta âhirette bazı kimselerin, hastaların ulaştığı makamları görünce,
"Keşke dünyada iken biz de bu musibetlere uğrasaydık." diyecekleri
anlatılır.
Madem dünya hayatı gelip geçicidir, önemli olan sonsuz âhiret
hayatıdır. Bakî meyveler veren hastalıktan şikâyet etmek değil,
sabretmek, belki bir şekilde memnun olmak gerekir.
Hem küçük büyük herhangi bir hastalığa yakalanan kimse, Allah'ı ve
âhireti daha çok düşünür. Dünya heveslerine ve eğlencelerine dalmaz. Bu
netice ise, dünyalar verilse hiçbir şekilde yerini dolduramayacak kadar
büyük bir kazançtır. Kişinin, gelip geçici ve aldatıcı hayata dalmayıp
sonsuz hayatına yönelmesinden daha önemli ne olabilir?
Hastalık insanı melekleştirir
Özelikle uzun süren hastalıklara yakalanan insanlar için hastalık,
güzel bir mânevî hâl verir. O kimseler âdeta bir ayakları dünyada, bir
ayakları âhirette gibi yaşarlar. Her an Allah'a dua eder, O'ndan medet
isterler. Dünyayı kalben terk eder, gönüllerini âhirete bağlarlar. Ağır
bir karaciğer rahatsızlığı geçiren kıymetli bir dostumuz meselenin bu
yönünden ehemmiyetle bahsetmişti. Gerçekten de ölümcül bir hastalığa
yakalanmak dış görünüşü itibarıyla kötüdür; fakat sürekli âhirete hazır
bir hâlde bulunmak mânen çok lezzetlidir. Âdeta her an şahadeti
bekleyen bir asker gibi, hâlis ve sırf Allah rızasını gözeten bir ruh
hâleti vardır.
Bir de hastaya bakanların durumu vardır. Görünüşte çok zor, zahmetli,
sıkıntılı olan bu hizmet de hem çok sevaplı, hem çok hikmetlidir.
Hastanın kazandığı mânevî hâl ve sevabın bir misli veya benzeri,
hastaya bakanlar için de geçerlidir. Eğer evimizde baktığımız hasta,
babamız veya annemiz ise, bu hizmet bize âhiretimizi kazandıracaktır.
Peygamberimiz "Anne ve babasının ömrünün sonuna yetişip de cenneti
kazanamayanın burnu sürtülsün." buyurmuştur. Demek ki, onları memnun
etmek, cenneti kazandıran bir hizmettir.
Acelecilik öldürür, sabır yaşatır
Belki bir gün daha fazla yaşamayı başaran, tam o buluşun ortaya çıktığı
zamana yetişecektir. Belki kendini kötümserliğe ve ümitsizliğe atan
birkaç gün sonra öğreneceği yeni bir tedavi usulünü göremeden gitmiş
olacaktır. 17 Ağustos depreminde iki kişi göçük altında kalmış. Birisi
sabırla kurtarılmayı beklemiş, diğeri dayanamayıp intihar etmiş. Oysa
tam intihardan birkaç saat sonra enkaz açılmış ve kurtarıcılar
gelmişti. Sabreden kurtuldu, diğeri öldü. Sabırsızlığın sonunu
görüyorsunuz. Aynı husus, hastalıklar için de geçerlidir.
Daima sabır, şükür, dua ve arayışla morali yüksek tutmak gerekir.
Moral; sevinç, mutluluk, huzur, gülmek demektir. Ağır bir hastalık
geçiriyorsanız, ne yapıp edip sizi üzüntüye sevk edecek unsurlardan
uzak durmalı, sizi sevindirecek yolları keşfedip uygulamalısınız. Tek
başına "gülmenin" bile en ölümcül bir hastalığı iyileştirdiğini
duydunuz mu?
Norman Cousins, "Bir Hastalığın Anatomisi" isimli kitabında "çınlayan
bir kahkaha"nın "içsel bir jogging" olduğunu belirtir. Cousins, ağır
bir kanser hastasıdır. Doktorlar yaşama şansının yüzde birden bile az
olduğunu söylerler. Ama o kötümser olmaz. En çok sevdiği komedyenlerin
filmlerini alır ve kahkahalar atarak her gün izler. Sonuç muhteşemdir.
Gülmekle, ümit ve cesaret kazanmış, iç organlarına hareket gelmiştir.
Şaşılacak şey: Norman Cousins, gülme sayesinde aksilikleri aşıp hayatta
kalmayı başarabilmiştir.
Allah'ın ihsan ettiği bir mucize olan gülmek, böyle olağanüstü bir etki
gösterirse, hastayı mutlu edecek diğer davranışların yan yana geldiğini
düşünün. O hasta neden iyileşmesin?
Ağır hastaya kesinlikle kızmadan, onu kırmadan, sürekli iyi davranmak,
güler yüzlü ve tatlı dilli olmak gerekir. Eğer hasta dua ve tevekkülle
kendisini besliyorsa iki kat mutlu olur.
alinti