O Diyarın Sakinleri,
Hira mağarasından yükselen "ikra" emrine kulak verirler, fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırlardı. Herhangi bir işi körü körüne yapmaz, o iş hakkındaki ilahi ölçüyü öğrenirlerdi. Çünkü inanmışlardı ki: hayatın manası ubudiyyet (Allah'a kulluk), ubudiyyetin ölçüsü ise dindir (İslam'dır), Allah'a karşı sorumlu oldukları her şeyi ibadet sayarlar ve bu ibadetlerini icra ederlerdi. Zamanımızdaki insanlar gibi önlerine gelen her lokmayı yutmazlardı. Taassupça bir inanışları yoktu.
O Diyarın Sakinleri,
ilim öğrenmede yaşı bahane etmezler, asalarına dayana dayana ilim öğretilen yerlere giderlerdi. Yaşları ilerlemiş, kemikleri incelmiş, asalarına dayanarak ilim meclisine gelen bu talebelere:
-"Sen hangi taşın, hangi ağacın ve hangi toprak parçasının yanında geçmiş isen sana Allah'tan mağfiret dilemiştir. .müjdesi verildi.
O Diyarın Sakinleri,
Ya alim olurlar veya talebe olurlardı. Tevbe ve istiğfarların günahlara kefaret olduğu gibi, ilim öğrenmesinin de günahlara kefaret olacağına inanırlardı. Bu husustaki gayretleri: Kişinin ilimden bir çekirdek öğrenmesi kendisi için bir rek'at nafile namaz kılmasından daha iyidir, sözü ile akşam dönmenin cihad olmadığını sanan kimseleri aklı eksik olarak nitelendirirlerdi.
O Diyarın Sakinleri,
Bilmeden yapılan ibadetlerin kendilerine fayda sağlamayacağına inanırlardı. Allah'ın emirleri için: Neden, nasılvari itirazları olmaz, sadece hikmetlerine inmek isterlerdi. Başlarında Peygamberleri, ha-yatlarında islam'ı hakimiyet noktasında devletleri olduğu halde yine ilimden, ilim öğrenmekten geri kalmazlardı. Hatta Peygamberlerden şu sözü duydukları halde:
"Siz, din alimleri (fukahası) çok, okuyucu ve hatipleri aç, soranları az, cevap verenleri çok olan bir diyar ve zamandasınız. Bu vaziyet karşısında, amel, ilimden hayırlıdır. Yakında bir zaman gelecek, alimler azalacak, konuşmalar çoğalacak, soranlar çok olacak, cevap verebilen az bulunacak, işte o zaman ilim, amelden hayırlıdır."(İhya 1/22)
O Diyarın Sakinleri,
Öğrendikleri ilimlerin sadece hamallığını yapmazlar, ilimleri ile amel ederlerdi. Amel ederken de ihlası elden bırakmazlardı. Şu gerçeği çok iyi kavramışlardı. İnsanların hepsi de tehlike ve helak üzeredir, yalnız ilmi ile ihlas üzere amel edenler kurtulacaktır. İşte onları korkutan bu husus idi. Onlardan biri bakarsınız bir sureyi 6-7 ayda ancak bitirirdi. Bir ayeti öğrenip onunla amel etmedikçe ikincisine başlamazlardı. Amel ederken benizleri sararır, tüyleri diken diken olurdu."
O Diyarın Sakinleri,
Aklı muhafaza düsturunda hassasiyetle durur, islam'ın dışındaki muharref olmuş kitapların bilgilerinden akıllarını korurlardı. Çünkü aklın dayanağı ve gıdası vahiy idi, akıllarını vahyin dışındaki müstakil tutmak isteyenlerin, Bel'am, samiri, Hâman olmak gibi neticelere gideceği gerçeğini Kur'an'dan öğrenmişlerdi.
Biz o diyarın sakinlerinin öğrendiği ilme muhtacız. Allah'a sığınılması icap eden ilimlerle, putperestlik vasfına haiz her ilim ve bilgi dalma elimizin tersi ile bir işaretimiz kalmıştır. Çünkü Kur'an ilimleri bize hep yücedir. Bunun dışındaki ilimleri sağladığı medeniyet, bizim ilmimizin verdiği medeniyetin daha ilk basamağına kavuşamazlar.
İsteriz ki; bu ilimler merkezi bir otorite tarafından organize ediledursun...
Biz bu hususta vagon değil, lokomotif olmak durumundayiz--
Abdullah Büyük, O diyarın sakinleri