Gökler Ve Göklerdekîlerin Yaratılışının Ayetlerle İzahı
Önceki sayfalarda anlattığımız gibi yeryüzünün yaratılması, gökyüzünün yaratılmasından önce olmuştur. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:
«Yerde olanların hepsini, sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O, her şeyi bilir.» (ei-Bakara, 29.)
«Ey Muhammedi «Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve ona eşler koşuyorsunuz! O, âlemlerin Rabbidir.» de.
Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı. Arayanlar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört gün (dört mevsim) içinde yetiştirmesi kanununu koydu sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İstiyerek veya istemiyerek buyruğuma gelin.» dedi. İkisi de: «İstiyerek geldik.» dediler.
Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur.» (Fussilet, 9-12.)
«Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak niı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir.» (en-Nâziât, 27-30.)
«Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O, her şeye kadirdir. Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan O'dur. Rahmanın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak, ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer. Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların toplanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.» (el-Mülk, 1-5.)
«Üstünüzde yedi kat sağlam gök bina ettik, parlak ışık veren Güneş'i var ettik.» {en-Nebe1,12-13.)
«Allah'ın, göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez inisin? Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve Güneş'in ışık saçmasını sağlamıştır.» (Nûh, 15-16.)
«Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır. Allah'ın her şeye Kadir olduğunu ve Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur» (et-Talâk, 12.)
«Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan Güneş ve aydınlatan Ay'ı yaratan Allah, yücelerin yücesidir. İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.» (ei-Furkân, 61-62.)
«Şüphesiz biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu her türlü inatçı şeytandan koruduk. Onlar yüce âlemi asla dinleyemezler, her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azab vardır, hele bir tek söz kapan olsun, delici bir alev onun peşine düşüverir.» (es-Sâffât, 6-10.)
«Andolsun ki, gökte burçlar meydana getirdik. Onları bakanlar için donattık. Onları, kovulmuş her şeytandan koruduk, fakat kulak hırsızlığı yapan olursa, parlak bir ateş onu kovalar;» (el-Hkr, 16-18.)
«Göğü, gücümüzle biz kurduk. Şüphesiz biz geniş kudret sahibiyiz.»(ez-Zâriyât, 47.)
«Göğü karışıklıktan korunmuş bir tavan kıldık. Oysa onlar bundaki delillerden yüz çeviriyorlar. Geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yürür.» {el-Enbiyâ, 32-33.)
«Onlara bir delil de gecedir. Gündüzü ondan sıyırırız ve karanlıkta kahverirler. Güneş te yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Ay'a erişmek, Güneş'e düşmez. Gece de gündüzü geçemez, her biri bir yörüngede yürürler.» (Yasin, 37-40.)
«Tan yerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay'ı vakit ölçüsü kılandır. Bu, güçlü olanın, bilenin nizamıdır. O, yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir. Bilen millet için ayetleri uzun uzadıya açıkladık.» (el-En'âm, 96-97.)
«Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra Arş'a hükmeden, gündüzü -durmadan kovalayan- gece ile bürüyen; Güneş'i, Ay'ı, yıldızlan hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. -Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir.» (el-A'râf, 54.)
Bu konuda çok ayet-i kerime vardır. Bunların tümünü tefsirimizde açıklamışızdır.
Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki, yüce Allah, göklerin yaratılışını, genişliğinin muazzamhğmı, yüksekliğim, son derece güzel ve göz alıcı oluşunu, mükemmellik ve ulviliğini bu ayet-i kerimelerde beyan buyurmaktadır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki: «İçinde yörüngeler bulunan göğe andolsun.» (ez-üariyAt, 7.)
Yani güzel bir yaratılışa sahip olan göğe andolsun.
Başka bir ayet-i kerimede de yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin?
Bir aksaldık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak, ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer.» (el-Mulk, 3-4.)
Yani göz, gökte bir noksanlık veya halel görebilmek amacıyla baktığı takdirde neticede zayıf, yorgun ve bitkin düşer birşey göremez, eksiklik bulamaz. Gökte bir ayıp ve noksanlık yoktur. Çünkü Ccnâb-ı Allah onu muhkem yaratmış ve yıldızlarla ufkunu süslemiştir. Nitekim buyurmuş ki: «İçinde burçları bulunan göğe andolsun.» (ei-Burûc, 1.)
Burada burçlardan kasıt yıldızlardır, bazıları ise bekçi meleklerin yerleri olduğunu söylemiştir ki melekler, gökteki haberleri çalmak isteyen şeytanlara ateşten korlar fırlatırlar. İki kavil arasında çelişki yoktur. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Andolsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar İçin donattık. Onları, kovulmuş her şeytandan koruduk.» (cl-Hicr, 16-17)
Cenâb-ı Allah, bu ayet-i kerimede göklerin görüntüsünü, sabit ve seyyar yıldızlarla parlak ve ışık saçıcı Güneş ve Ay'la zinedendirdiğini ve göğü şeytanın girmesine karşı koruduğunu beyan buyurmuş ve: «Biz göğü kovulmuş her şeytandan koruduk.» demiştir. Nitekim buyurmuş ki:
«Şüphesiz biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu, inatçı her türlü şeytandan koruduk. Onlar, yüce âlemi asla dinleyemezler.» (es-Sâffât, 6-9.)
"Bedü'1-Halk (Yaratmanın Başlangıcı)" adlı kitabında Buharî ve Katade dediler ki: «Yakın göğü ışıklarla donattık.» Cenâb-ı Allah, bu üç çeşit yıldızı yarattı, bunları dünya seması için süs yaptı ve haber hırsız-hğı yapmak isteyen şeytanlara karşı atılan kor haline getirdi. Ayrıca bunlar vasıtası ile insanlar yollarını bulurlar. Yukarıdaki ayet-i kerimeyi bunun dışındaki bir mana ile tevil eden kimse hata yapmış ve ilimdeki nasibini kaybetmiş olup bilmediği hususlarda tevil yapmaya kendini zorlamış olur.
Katade'nin bu sözü, şu ayet-i kerimelerde açıkça ifadesini bulmaktadır:
«Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık.» (ei-Müik, 5.)
«O, yıldızlan kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir.» (ei-En'âm, 97.)
Yani yıldızların hareketlerinin delalet ettiği hükümler ve bunların seyirlerindeki mukayese ile bunların yeryüzündeki hadiselere delalet ettikleri dışında başka bir şekilde yıldızlan tevil eden kimse hata yapmış olur. Zaten bu hususta fikir beyan edenlerin çoğunun sözleri, tahminden, asılsız zanlardan ve batıl iddialardan başka bir şey değildir.
Yüce Allah, yedi kat göğü üst üste tabakalar halinde yarattığını beyan buyurmuştur. Astronomi bilginleri bu tabakaların üstünde yığıh mı, yoksa aralarında boşluk bulunan tabakalar halinde mi olduğu hususunda ihtilaf etmişler ve bu hususta iki kavil ileri sürmüşlerdir. Sahih kavle göre gök tabakaları arasında boşluk vardır. Bu hususta Abdullah b. Ümeyre, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Sema ile yeryüzü arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu bilemiyor musunuz?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
- İkisi arasındaki mesafe 500 senelik yoldur. Gök tabakaları arasındaki mesafe de 500 senelik yoldur, her gök tabakasının derinliği de 500 senelik yoldur.»
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İsrâ hadisinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Dünyaya en yakın gök tabakasında Adem'e gidildi. Cebrail, Peygamber. Efendimiz'e Adem'i göstererek: «Bu, senin atan Adem'dir.» dedi.' Peygamber (s.a.v.): Adem'e selam verdi, Adem de selamım aldı ve: «Merhaba, hoş geldin ey oğlum, sen ne güzel oğulsun.» dedi. Sonra Cebrail ve Peygamber Efendimiz, ikinci gök tabakasına yükseldiler, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci tabakaya gittiler.»
Bu hadis te gösteriyor ki, gök tabakaları arasında mesafe vardır. Bu, bizim kavlimizin doğruluğunu teyid etmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Ibn Hazm, İbn Münir, Ebu Ferec, İbn Cevzî ve diğer bazı âlimler, se-mavatm yuvarlak bir küre halinde olduğu hususunda icma bulunduğunu nakletmişlerdir: «Her biri bir yörünge de yürürler.» ayet-i kerimesi de bunu ispatlamaktadır.
Hasan dedi ki: Gökteki yıldızlar, deveran ederler.
Ibn Abbas dedi ki: Gökteki yıldızlar, Öreke gibi yörünge içinde dönerler.
Dediler ki: Bu fikrin doğruluğunu, Güneş'in her gece batı ufkundan batıp sabahleyin doğu ufkundan doğması ispatlamaktadır. Nitekim Ümeyye b- Ebi Salt ta bir şiirinde şöyle demiştir:'
«Güneş, her gecenin sonunda kızarık renkte gülü andıran bir kızarıklıkta doğar.
Doğmaya yanaşmaz ve bunu kendi ağır seyrinde bize göstermez, ancak zahmet ve meşakkatten sonra doğar.»
Buharî, İbrahim et-Teymî'nin babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Güneş battığı zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Zer'e şöyle dedi:
- Güneş'in nereye gittiğini biliyor musun?
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler.
- Güneş gider ve Arş'ın altında secdeye kapanıp Allah'tan izin ister, kendisine izin verilir, yakın bir zamanda secde edecek ama kendisine istediği izin verilmeyecektir. «Geldiğin yere geri dön.» denilir, o da batı ufkundan doğar. Bu da, yüce Rabbin şu ayetinin tecellisidir:
«Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur.» (Yâsîn, 38.)
Bu husus böyle bilindiğine göre bu hadis bizim, semavattan ibaret olan feleklerin daire şeklinde olduklarına dair söylediklerimize ters düşmemektedir. Bu hususta iki meşhur görüş vardır. Ama bu hadis, bazılarının iddia ettikleri gibi Arş'm küreselinde olduğuna delalet etmemektedir. Önceki sayfalarda biz bu iddiacıların sözlerini iptal etmiştik. Bu, Güneş'in bizim açımızdan semavatm üstüne çıktığına ve orada Arşın altında secde ettiğine delalet etmemektedir. Aksine Güneş kendi yörüngesinde dönmeye devam ederek gözlerimizden kaybolup batmaktadır ki, onun yörüngesi dördüncü semadadır. Bu hususta bir çok tefsir âlimi böyle demişlerdir. Şeriatte ve müsbet ilimde bunu reddedecek bir husus yoktur. Güneş'in tutulması hadisesi de bunu ispatlamakta ve bunu gerekli kılmaktadır. Dördüncü semanın oltalarına gece vakti vardığında (ki, mutedil zamanlarda öyle olur), kuzey ve güney kutuplarının orta kısmına vardığında Arş-ı Al'a'dan en uzak noktaya gelinmiş olur. Dünya cihetinden bakıldığında Arş kubbelidir. İşte Güneş'in secdeye vardığı yer orasıdır. Arş'a en yakın mahaldir. Güneş, secde mahalline vardığında doğudan doğmak için Aziz ve Celil olan Rab'den izin ister. Kendisine bu izin verilir ve böylece o, doğu tarafından doğar, doğarken de ademoğullarmdan isyankâr olan kimselere karşı hoşnutsuzdur. Onların üzerine doğmak istemez. Bu yüzden şair Ümeyye şöyle demiştir:
«Doğmaya yanaşmaz ve bunu kendi ağır seyrinde bize göstermez. Ancak zahmet ve meşakkatten sonra doğar.»
Cenâb-ı Allah'ın batı ufkundan doğmasını istediği zaman geldiğinde Güneş, yine normal âdeti üzere Arş'ın altında secde eder ve mutad vechi ile doğudan doğmak için tekrar izin istediğinde kendisine izin verilmez, tekrar secdeye kapanıp izin ister, izin verilmez, secdesini tekrarlayip izin istediğinde yine izin verilmez ve tefsirimizde de açıkladığımız gibi o gece uzadıkça uzar. Güneş; «Ya Rab, şafak vakti yaklaştı, mesafede uzaktır.» der. Kendisine: «Geldiğin yere geri dön.» denilir. Böylece o, geldiği batı ufkuna dönüp oradan doğar. İnsanlar, onun batı ufkundan doğduğunu görünce hep birlikte iman ederler. Ancak bu, kişiye yarar sağlamayacak bir zamanda yapılan bir imandır. Çünkü böylesi kimseler daha önce iman etmemişlerdi. Veya kendi imanlarında hayır kazanmamışlardı. Alimler bu durumu, şu ayet-i kerimenin tefsirinde açıklamışlardır:
«Güneş de kendi yörüngesinde yürüyüp gitmektedir.»
Bu ayet-i kerimedeki "müstakar" kelimesi ile Güneş'in batıdan doğacağı zamanın kastedildiği söylenmiştir. Bazıları ise bu kelimenin, Güneş'in Arş'ın altında secdeye kapandığı yer anlamına da geldiğini söylemişlerdir. Bu kelimenin, dünyanın sonu ve Güneş'in hareketinin sona ermesi anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Rivayete göre İbn Abbas yukarıdaki ayet-i kerimeyi şeklinde okumuştur. Yani Güneş durmayacak ve hareket halinde iken de secde edecektir. Bu sebeple yüce Allah buyurmuş ki:
«Ay'a erişmek Güneş'e düşmez. Gece de gündüzü geçemez, her biri bir yörüngede yürürler.» (Yâsîn, 40.)
Yani Güneş Ay'a ulaşamaz ki onun sultan ve devletinde doğsun. Ay da Güneş'e ulaşamaz, gece de gündüzü geçemez, aksine gündüzün aydınlığı gidince peşi sıra gece gelir. Nitekim başka bir ayet-i kerime de yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Gündüzü durmadan kovalayan- gece ile bürüyen; Güneş'i, Ay'ı, yıldızları, hepsini buyruğuna ba'ş eğdirerek vareden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah yücedir.» (el-A'râf,54.)
«İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur.» (el-Furkân,62.)
Yani gündüzün peşi sıra gece, gecenin peşi sıra da gündüz gelir. Nitekim bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Gece şu taraftan gelmeğe başladığı ve gündüz de şu taraftan arkasını dönüp gitmeğe başladığı ve Güneş battığı zaman oruçlu kimse orucunu açmış olur.»
Muhakkak olan şu ki, zaman, gece ve gündüze bölünür. Gece ile gündüz arasında başka bir zaman yoktur, bu sebeple yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Allah'ın geceyi gündüze ve gündüzü geceye kattığını, her biri belirli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş'i ve Ay'ı buyruk altında tuttuğunu; Allah'ın yaptıklarınızdan haberdar olduğunu bilmez misin?»(Lokman,29.)
Yani gecenin bir kısmını alıp gündüze ekler, gündüzün de bir kısmı- . m alıp geceye ekler. Gecenin uzunluğunu alıp gündüzün kısalığına, gündüzün uzunluğunu alıp gecenin kısalığına ekler. Böylece gece ve gündüz, bahar mevsiminin başlangıcında olduğu gibi mutedil yani eşit hale gelir. Oysa bahar mevsiminden önce geceler uzun, gündüzler kısadır. Gece eksilmeğe, gündüz artmaya başlar ve nihayet ikisi eşit hale gelir. İşte bu, baharın başlangıcıdır. Sonra gündüzler uzamaya, geceler kısalmaya başlar ve yine güz mevsiminin başlangıcında ikisi de eşit hale gelirler. Tekrar geceler uzamaya, gündüzler kısalmaya başlar ve bu hal güz mevsiminin sonuna kadar devam eder. Artık gündüzler azar azar uzamaya, geceler de azar azar kısalmaya başlar ve yine bahar mevsiminin başına kadar böylece devam ederler. Nihayet ikisi eşit hale gelir-ve bu, her sene böyle olur. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Gece ile gündüzün birbiri ardından gitmesi de O'nun emrine bağlıdır.» (el-Mü'minûn, 80.)
Yani bütün bu işlerde tasarruf yapan Allah'tır, emrine karşı gelinmeyecek hakim O'dur. Bu sebeple O, göklerden, yıldızlardan gece ve gündüzden bahseden her üç ayette de şöyle buyurmuştur: «Bu, Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiridir.»
Azizdir ki O, her şeyi gücü altına almış, her şey O'na boyun eğmiştir. Emrine karşı gelinemez ve O, asla mağlub edilemez. Her şeyi bilendir. Her şeyi bir takdire bağlamış ve düzen içinde meydana getirmiştir ki, bu düzen asla bozulmaz ve sarsılmaz.
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Allah buyurdu ki: Ademoğlu dehre sövmekle bana eziyet eder. Oysa dehr benim. İş, benim elimdedir. Geceyi ve gündüzü çeviren benim.»
Şafii, Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam ve diğer bazı âlimler, dehre sövmenin şöyle olacağını söylediler: Kişi, «Felek bize şöyle yaptı. Ey kahrolası felek, çocuklarımızı yetim bıraktı, kadınlarımızı dul bıraktı. Alı felek!» demekle dehre sövmüş olurlar. Yüce Allah buyurdu İd: «Dehr benim.»
Yani kişinin felek diyerek kasdettiği dehr benim.
Burada her ne kadar felek denen dehr, mahluk ise de bu işleri yapan aslında Cenâb-ı Allah'tır. Kişi bu durumda dehre ve feleke sövmekle, bu işleri yapan faili kasdetmiş olmaktadır. Bütün bunların faili Allah'tır. O, her şeyi yaratandır. Her şeyde tasarrufta bulunan O'dur. Nitekim O buyurmuş ki: «Dehr benim, iş benim elimdedir. Zamanın gecesini ve gündüzünü ben çeviririm.»
Nitekim başka bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammed, de ki: «Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğim aziz kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Doğrusu sen her şeye kadirsin, geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin, ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın, dilediğini hesapsız rızıklandırırsm.» (Âı-i İmrân, 26-27.)
«Güneş'i ışıklı ve Ay'ı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için, Ay'a konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır. Bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında, O'na karşı gelmekten sakınan kimseler için ayetler vardır.» (Yûnus, 5-6.)
Yani Cenâb-ı Allah, aydınlık vermeleri, şekilleri, vakitleri, hareketleri bakımından Ay ile Güneş'i birbirinden farklı yaratmıştır. Güneş'i ziyalı ve şualı yaratmıştır İd bu, apaçık bir burhan ve gözler kamaştıran bir ışıktır, Ay'ı da nurlu yaratmıştır. Yani onun verdiği ışık, Güneş'inki-ne nisbetle daha zayıftır. Ay, ışığını Güneş'ten alır. Allah, Ay için menziller takdir etmiştir. Yani Ay, ilk gecesinde küçük ve ışığı az olarak doğar. Çünkü Güneş'e çok yakın olup onunla az mukabelede bulunur. Güneşle karşılaştığı ve mukabelede bulunduğu ölçüde ışık verir. Bu yüzden ikinci gecede Güneş'ten daha uzak olur ve ışığı da önceki geceye nispetle daha fazla olur. Güneş'ten uzaklaştıkça ışığı artar ve nihayet dolunay haline gelince ışığı tam olur. Bu da Ay'ın on dördüncü gecesinde olur. Sonra Güneş'e diğer taraftan yaklaştığı için ışığı azalmaya başlar ve ay sonuna doğru ışığı gittikçe azalır. Ay başındaki az ışıklı haline döner. Ay sayesinde aylar bilinir. Güneş vasıtasıyla geceler ve gündüzler bilinir, böylece seneler ve mevsimler anlaşılır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Güneş'i ışıklı, Ay'ı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için Ay'a konak yerleri düzenleyen O'dur.» (Yûnus, 5.)
«Gece ile gündüzü varlığımıza bir delil kıldık, bir delil olan geceyi kaldırıp yine bir delil olan gündüzü Rabbinizin bol nimetini aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için- aydınlık kıldık.» (ei-Isrâ, 12.)
«Ey Muhammedi Sana hilâl halindeki ayları sorarlar; De ki: «Onlar insanların ve hac mevsimlerinin Ölçüsüdür.» (el-Bakara, 139.)
Bütün bunlarla ilgili olarak tefsirimizde geniş açıklamalarda bulunmuşuzdur. Semadaki yıldızların bir kısmı gezegendir, tefsir âlimleri terim olarak buna Mütehayyine yıldızlar derler. Bunların hakkında ilmin çoğu sahihtir. Ama ahkam ilmi böyle değildir. Onun çoğunluğu batıl ve iddiadan başka bir şey değildir ki, delili yoktur. Gökteki seyyar yıldızlar yani gezegenler yedidir. Bunlardan Ay birinci gök tabakasında, Utarit ikinci tabakada, Zühre üçüncü tabakada, Güneş dördüncü tabakada, Merih beşinci tabakada, Müşteri altıncı tabakada, Zühal yedinci tabakadadır. Diğer yıldızlarsa sabit yıldızlar diye adlandınlırlar. Astronomi âlimlerine göre bunlar, sekizinci gök tabakasmdadırlar ki oraya Kürsi denilir. Bir çok müteahhirin ulema sekizinci feleke, Kürsi adını vermişlerdir. Diğer âlimler ise, bütün yıldızların Dünya semasında olduklarını söylemişlerdir. Bunların üst üste olmasına herhangi bir engel yoktur. Buna delil olarak ta şu ayet-i kerimeler ileri sürülmüştür:
«Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık.» (ei-Müik, 5.)
«Allah, bunun üzerine, iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen ve güçlü olan Allah'ın kanunudur.» (ei-Fussiiet, 12.)
Cenâb-ı Allah, yedi kat gök tabakası arasından dünya semasını ayırıp onu yıldızlarla süslemiştir. Bu, dünya semasının süslü ve murassa olduğuna delalet ediyorsa ne âla, aksi takdirde diğer âlimlerin söylediklerine herhangi bir mani yoktur. Doğrusunu Allah bilir.
O âlimlere göre yedi kat gök tabakası hatta sekizinci gök tabakası, içlerindeki sabit ve seyyar yıldızlarla birlikte dönmektedirler. Yörüngelerin tersine batıdan doğuya doğru dönerler. Ay, yörüngesini bir ayda, Güneş de yörüngesini bir senede dönüp tamamlar. Güneş, dördüncü gök tabakasmdadır. Bunların seyirleri arasında farklılık olmadığına göre hareketleri birbirine yakındır. Böyle olunca dördüncü gök tabakası, birinci gök tabakası olan Dünya semasına nispetle oniki kez daha büyüktür.
Zühal yıldızı, yörüngesini otuz senede dönüp tamamlar ki o da yedinci gök tabakasmdadır. Böyle olunca yedinci gök tabakası, birinci tabaka olan Dünya semasına nisbetle 360 kat daha büyüktür.
Alimler, bu yıldızların büyüklükleri, seyir ve hareketleri ile ilgili geniş açıklamalarda bulunmuşlar, hatta ahkam ilminin sınırlarını aşmışlar ve bu yıldızların hareketlerine bağlı olarak yeryüzünde bazı olayların meydana geldiğini ve daha bilmedikleri bir çok şeylerin olabileceğini söylemişlerdir.
Hz, İsa'dan asırlar önce Şam'da yaşayan Rumların bu konuda söyledikleri çok sözler olmuştur ki bu sözleri burada nakledersek fazla yer işgal edecektir. O Rumlar, Şam şehrini inşa etmişler, ona yedi kapı yapmışlar ve her kapının başında yedi gezegen şeklinde heykel yapmışlardı. Bu heykellerden her birinin yanında ibadet edip bazı dualarda bulunurlardı. Tarihçilerden ve diğer âlimlerden bu duaları bize nakledenler vardır. Bunu «es-Sırru'1-Mektûm Fi Muhatebeti'ş-Şemsi ve'1-Kameri ve n-Nücûm» adlı eserin sahibi ve diğer Harranlı âlimler bize nakletmiş-^ lerdir. Eski zamanlarda ki Harran felsefecileri ve Harranlılar müşrik olup yedi gezegene taparlardı. Bunlar, yıldızperestlerden bir grup idiler. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Gece ile gündüz, Güneş ile Ay Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneş'e ve Ay'a secde etmeyin, eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.» (Fussilet, 37.)
Yüce Allah, Hüdhüd'ten bahsederken onun Süleyman peygambere, Saba melikesi Belkıs ve ordusu hakkında şöyle dediğini ifade buyurmuştur:
«Ora halkına hükmeden, herşeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. Onun ve milletinin, Allah'ı bırakıp Güneş'e secde ettiklerini gördüm/Göklerde ve yerde olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. Onun için doğru yolu bulamazlar. O çok büyük Arş'ın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.» dedi. (en-Ncml, 23-26.)
..Göklerde ve yerde olanların, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların bir çoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların bir çoğu da azabı haketmiştir. Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu, Allah ne dilerse onu yapar.»(el-Hacc, 18.)
«Allah'ın yarattığı şeylerin; gölgeleri sağa sola vurarak, Allah'a boyun eğerek, secde etmekte olduğunu görmüyorlar mı?
Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, büyüklük tasla-maksızm Allah'a secde ederler.
Üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.» (en-Nahl, 48-50.)
«Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler.» (er-Ra'd, ıs.)
«Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih eder, O'nu.hamd. ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Fakat siz, onların teşbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O, halim olandır, bağışlayandır.» (ei-Isrâ, 44.)
Bu konudaki ayetler gerçekten çoktur.
Göklerde ve yerde müşahede edilen cisimlerin en şereflisi yıldızlar ve bunların da manzara ve itibar bakımından en üstünleri Güneş ile Ay olduğu halde İbrahim (a.s.), bunlardan herhangi birinin ilâh olmasının imkansız olduğuna delil buldu. Bu istidlali, şu ayet-i kerimelerde anlatılmaktadır:
«Gece basınca bir yıldız gördü, «işte bu, benim Rabbim» dedi. Yıldız batınca, «Batanları sevmem.» dedi. Ay'ı doğarken görünce, «İşte bu, benim Rabbim» dedi. Ay batınca, «Rabbim beni doğruya eriştirme şeydi andolsun ki sapıklardan olurdum.» dedi.
Güneş'i doğarken görünce, «İşte bu, benim Rabbim, bu daha büyük» dedi. Batınca, «Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağını.» dedi. «Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben puta tapanlardan değilim.» (ei-En'âm, 76-79.).
Burhan-ı kafi yolu ile İbrahim (a.s.),.görülen bu yıldız, Ay, Güneş gibi gök cisimlerinden herhangi birinin ilâhlığa elverişli olmadığını açıklamıştır. Çünkü bunların tamamı yaratılmış ve bir Rabbin emri altında olup emre amade bir şekilde rotaları dahilinde hareket etmektedirler. Yaratılış amaçlarının dışına çıkmamaktadırlar. Bunu da işini sağlam yapan bir Rabbin takdiri çerçevesinde yerine getirmektedirler ki, O'nun takdiri asla bozulmaz ve değişmez. Bu da bu yaratıkların bir Rab tarafından meydana getirildiklerine, emir altında hareket ettiklerine ve ilâhî buyruğa musahhar kılındıklarına bir delildir. Bu sebebledir ki Yüce, Allah şöyle buyurmuştur:
«Gece ile gündüz, Güneş ile Ay, Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneş'e ve Ay'a secde etmeyin. Eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin.» (ei-Fussıiet, 37.)
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Güneş tutulması bahsinde İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Güneş'in tutulduğu günde Rasûlul-lah (s.a.v.), irad etmiş olduğu hitabesinde şöyle demiştir:
«Doğrusu Güneş ile Ay, Aziz ve Celil olan Allah'ın ayetlerinden iki ayettirler ve bunlar herhangi bir kimsenin ölümü ya da dirimi için tutulmazlar.»
Bedü'l Halk bölümünde Buharî, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Güneş ile Ay, kıyamet gününde dürüleceîderdir.»
Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Güneş ile Ay, kıyamet gününde ateşte iki sığırdırlar.»
Hasan, Ebu Hüreyre (r.a.)'ye; "Güneş ile Ay'ın dinleri nedir?» diye sorunca Ebu Hüreyre şu cevabı verdi: «Ben sana Rasûlullah (s.a.v.)fdan hadis naklediyorum. Sen ise, Ay ve Güneş'in dinlerinin ne olduğunu soruyorsun.»
Hafiz Ebu Yala el-Musılî, Enes (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Güneş ile Ay, ateşte iki kısır inektirler.»
«Güneş dürüldüğünde» ayet-i kerimesi ile ilgili olarak İbn Ebı Hatim, ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Cenâb-ı Allah kıyamet gününde, Güneş, Ay ve diğer yıldızları denize batırıp dürer, ışıklarını giderir ve sonra batı rüzgarını estirerek denizden alev çıkartır.»
Bütün bu anlattıklarımız Güneş ile Ay'ın, Cenâb-ı Allah tarafından yaratılmış şeyler olduklarım ispatlıyor. Cenâb-ı Allah, kendi dileğine uygun olarak bunları yaratmış, sonra bunlara dilediği şekilde muamele etmiş ve edecektir. O'nun, itirazları reddedici hücceti ve sonsuz hikmeti vardır. îlim, hikmet, kudret ve nüfuz edici iradesi sebebiyle yaptığı ışle-' rin hesabı kendisine sorulamaz. O'nun hükmü reddedilemez, kendisine karşı çıkılamaz ve mağlub edilemez. İmam Muhammed b. İshak b. Yesar, siyer kitabının baş kısmında semavatm, yeryüzünün, Güneş ile Ay'ın ve diğer yaratıkların yaratılması hakkında Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'e ait güzel bir şiir nakletmiştir. İbn Hişam ise bu şiirin Ümeyye b. Ebi Salt'a ait olduğunu söylemiştir. Sözü edilen şiir şudur:
«Övgü ve methimi, Allah'a hediye ederim. Beğenilmiş sözümü zaman durdukça eskitecek hiç birşey yoktur. Bu sözümü, fevkinde başka bir Rab ve ilâh bulunmayan en yüce melike sunuyorum. O melik, hiç kimseye boyun eğmez.
Dikkat et ey insan, çukura yuvarlanmaktan sakın, sen hiç bir şeyini Allah'a karşı gizleyemezsin.
Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmaktan sakın.
Çünkü doğru yol ortaya çıkmıştır.
O'nun şefkatine sığın, cinler de onun şefkatini umarlar.
Sen benim ilâhımsm Ey Rabbim, ümidimsin.
Seni Rab olarak seçtim, senden başka ikinci bir ilâha boyun eğecek değilim.
Sen ki lütuf ve rahmetinle,
Musa'yı elçi ve çağrıcı olarak gönderdin.
O'na dedin ki: Harun ile birlikte Firavun'a gidin.
O ki taşkınlık etmiştir, onu Allah'a davet edin.
O'na deyin ki: Sen mi şu yeri kazıksız olarak tesbit ettin ve onu bu sakin halinde meydana getirdin?
O'na deyin ki: Sen mi şu gökleri sütunsuz olarak diktin, insaf et, sen mi bunu bina ettin?
O'na deyin ki: Sen mi göğün ortasını aydınlatıcı kıldın, gece karanlığı bastırdığında Ay'ı sen mi oraya yerleştirdin?
O'na deyin ki: Sabah olunca kim Güneş'i Dünya1 ya gönderir?
Işığı Dünya'ya varınca kuşluk vakti her taraf aydınlanır.
O'na deyin ki: Topraktaki bitkileri kim yeşertir?
Hububat, toprağı kabartarak yükselir.
Ondan çıkan taneler, bitki başlarında bulunur.
Bunda da aklı başında olan kimseler için ibretler vardır.
Sen kendi lütfunla ey Rabbim, Yunus'u kurtardın,
Oysa o balığın karnında bir kaç gece kalmıştı.
Ey Rabbim, senin adını teşbih ile anarsam günahımın çok olduğunu görürüm. Ancak sen, benim hatalarımı bağışlarsın.
Ey kulların Rabbi, benim üzerime bağış ve rahmetini gönder, malımı ve çocuklarımı bereketli kıl, mübarek yap.»
Bütün bu anlattıklarımız bilindikten sonra şunu da söylemek gerekir ki, göklerde bulunan sabit ve seyyar yıldızların tamamı, Allah tarafından yaratılmış mahluklardır. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:
«Her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur.»
Tefsircilerin bir çoğunun anlattığı şöyle bir kıssa vardır: Zühre yıldızı daha önce bir kadın imiş. Hamt ile Marut, onu baştan çıkarmaya çalışmışlar. Ancak Zühre, onlara yanaşmamış, kendilerine "ism-i azâm'ı Öğretmeden onlarla yatmayacağım söylemiş. Bunlar da ona ism-i azâmi Öğretmişler. O, ism-i azâmi okuyunca bir yıldıza dönüşerek semaya yükselmiş- Zannedersem bu, İsraillilerin uydurmalarmdandır. Her ne kadar Kabü'l-Ahbar bunu rivayet etmiş ve selef ulemasından bazıları bu hikayeyi ondan almışlarsa da selef uleması, bunu bir hikaye olarak îsra-iloğullarmdan nakletmişlerdir.
"Müstedrek" adlı eserinde Hakim, tefsirinde de İbn Ebi Hatim, îbn Abbas'tan böyle bir nakilde bulunmuş ve şöyle demiştir: «O zamanlarda güzel bir kadın vardı. Güzelliği, diğer kadınlara nisbetle, Zühre yıldızının diğer yıldızlara nisbetle olan üstün güzelliği kadardı.»
Bu konuda rivayet edilen en güzel hikaye işte budur. Doğrusunu Allah bilir.
Amr b. İsa, İbn Ömer'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Süheyl yıldızından bahsederken şöyle dedi: «Süheyl yıldızı, daha önce vergi toplayan zalim bir kimseydi. Allah onu insanlıktan çıkarıp bir yıldız koru haline getirdi.
Bu hadisin ravilerinin çoğu zayıf kimselerdir. İmam Ahmed b. Han-bel ile Dare Kutni, bu hadisin ravilerinden Mübeşşir b. Ubeyd el-Kureşî'nin hadis uyduran yalancı bir kimse olduğunu söylemişlerdir. Yine bu rivayet senedinde ada geçen İbrahim b. Yezid'e gelince, o da ittifakla zayıf bir ravidir. İbn Main, onun güvenilmez bir kimse olduğunu söylemiştir. Biz bu konuda her ne kadar hüsn-i zan sahibi olsak ta neticede diyeceğimiz şudur ki bu rivayetler, israiliyat haberleridir ve onların mesnetsiz hurafeleridir. Doğrusunu Allah bilir.