Maide 5/105“… Kendiniz için üzerinize düşene bakın…“ Bu meali okuduğum zaman yıllardır okumama rağmen ilk defa fark ettim. Arapçasıyla mukayese ettiğim zaman fazla anlaşılır bulamadım:“aleyküm enfüseküm“ “… Siz kendinize bakın” (ihsan Eliaçık) “…kendinizi, kendi bulduğunuz yolda nasıl yürüdüğünüzü kontrol edin…(Ali Ünal) Maksat h''sıl oldu.Tercümelerin sayısını çoğaltmanın bir anlamı yok herhalde. Kendime, yoluma ve görevlerime dikkat etmeliyim.
Sürekli bir nefis muhasebesi, sürekli bir diri zihin ve sevgi dolu gönül… Sürekli hareket. Yaşamak, hareket etmektir zaten. Lakin bereketli olmalı, verimli olmalı, faydalı olmalı.
İnsan sosyal bir canlı olduğuna göre, bulunduğu her mek''nda bir vazifesi, bir görevi vardır. Zorunlu veya gönüllü… Hatta insan odur ki, güzel hasletleriyle gittiği her mek''na bir neşe, heyecan ve mutluluk katsın. Mevcut mutluluk dalgası varsa katlansın…
“Kendini bilen Rabbini bilir.“ Kulluğun temelinde de bilmektir. Kendi üzerine düşeni yapmak için önce bilgi gereklidir. Hani felsefenin klasik soruları vardır ya: Ben kimim, niçin buradayım, nereden geldim, nereye gidiyorum! Her daim düşünülmesi gerekli konulardır bunlar. Ne yazık ki, teknolojiyle bir ahtapot gibi kuşatılmış olan günümüzün insanının soru sormaya, düşünmeye mecali, fırsatımı desem, kalmıyor. Haberler, trafik, müzik,telefon… Kendisiyle baş başa kalma fırsatını kaldırıyor.
Yaptıklarımızla yapmamız gerekenleri karşılaştırırsak… Ne yapıyorum? Ne yapmalıyım? Ve başkaları, ötekiler… Önce benim, bizim yerimizi belirlemeli…
Şeytanı bir kötü örnek olarak hatırladım: Âdeme secde emriyle muhatap olduğunda” ... Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın onu ise çamurdan yarattın.” Dedi.(Araf,7/14) Şeytan kendi üzerine düşeni yapmamıştı. Varlığın değerlerini ve önem derecelerini ve yapılarını aralarındaki mahiyet farkını açıklamak değil. Sadece secde edecek, mazeret adına söyledikleri yeni şeyler değil. Ukalalığın bir anlamı yok. Hem bu gerekçeler onu haklı çıkaramaz. Doğru, ateş ve toprak farklı… Yanlış, hayır ve şerrin kendi varlıklarından kaynaklanması. Eşya bizatihi değil, bizim onlara verdiğimiz anlamla değer kazanıyor. Bu anlamın kaynağı akıl veya vahiy olmasına göre değişmektedir. Bu tarihi buluşmada akıl ile vahyin çatışmasına Kuran sayesinde haberdar oluyoruz. Hayatın merkezine Vahiy bilincini
yerleştirenlere göre akıl vahye ters düşmediği müddetçe meşru, serbest ve makbuldür. O sahnede üzerine düşeni yapmayan birileri daha var. Âdem ve Havva…Ben “ sizin bu ağaçtan (meyve) yemeniziYasaklamadım mı? Şeytan muhakkak ki apaçık bir düşmandır, demedim mi? ” (Araf, 7/22) Her şey ortada. Herkes kendi işine bakmalı. Kendi önüne…””(İkisi de ) “Ey Rabbimiz biz kendimize yazık ettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan muhakkak biz ziyana uğrayanlardan oluruz , “dediler. “(Araf, 7/23)
İşte iki yol, iki yolcu.Herkes sürçebilir, kayabilir, hata yapabilir. Kendisine bakan kişi hatalarını fark eder, tashih eder ve tekrar yola çıkar.
Acaba başkalarıyla ilgili cesur, isabetli ve cüretk''r olarak kurduğumuz cümleleri kendimiz için de kurabilir miyiz? Ya da bir kendimiz diyebileceğimiz her bir parçasına emek verdiğimiz bir kişiliğimiz var mı? Evet, araba aklıma geldi. Şu piyasada saltığa çıkarıldığı zaman kusur bulunan, her parçası değiştirilmiş, tamir görmüş. Bu durumda eğitim beşikten mezara kadar sürmeli. Öğrenmek eğitmek bir meslek değil, bir hayat tarzı olmalı.