RABİATÜL ADEVİYYE…
Râbia-tül Adeviyye yetişkin bir yaşta değilken annesi ve babası vefât etti. Üstelik, Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı. Bu hengâmede Râbia'nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan Râbia'yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş gördürdü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyân etmedi. Allahü teâlânın takdirine râzı oldu. Edebi fevkalâde idi.
Bir gün karşısına bir nâmahrem, yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı.
"Yâ Rabbî! Garip ve kimsesizim. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum. Benden râzı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi.
Bu sırada bir ses duydu.
"Üzülme, sen âhirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın." diyordu.
Râbia tekrar efendisinin evine döndü. Günlük hizmetleri yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi. Bir gece efendisi uyandığında Râbia'nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, Râbia'nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu. Diyordu ki:
"Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saâdetim senin huzûrunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibâdetten, bir ân geri kalmam. Fakat ev sâhibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyorum..."
Ev sâhibi, bunları duydu. Ayrıca, Râbia'nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gördü ve hayretten dona kaldı.
"Artık Râbia köle olamaz!" diyordu.
Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen Râbia'yı çağırdı ve dedi ki:
"Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim."
Râbia;
"Gideyim." dedi.
Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitlerini ibâdetle geçirir, bir gün ve gecesinde bin rekat namaz kılardı. Kefenini dâimâ yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse görmedi. Süfyân-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı. (alıntıdır)
Rabiatül Adeviyye hazretleri köle olurken tutulurken Ona nice eziyetler ettiler.günlerce susuz bırakmalarına rağmen kendisine içmesi emredilen şaraptan bir yudum içmedi!Aşağıda O’na dair birkaç menkıbeyi zikredelim;
Kendisi Tâbiînden olup Süfyân-ı Sevrî (k.s.) ve Hasan-ı Basrî Hazretleri ile aynı asırda yaşamış büyük bir veliyye hanımdır.
Gönlü aşk-ı ilâhî ile dopdoluydu. Gözü devamlı yaşlıydı:
"Bizim istiğfârımız yeni bir istiğfâra muhtaçtır." derdi.
Geceleri kâim (huzûr-i ilâhîde ibâdet hâlinde), gündüzleri sâim (oruçlu) idi.
Bir gün ona:
"Kul, ne zaman rızâ makâmına ulaşmış olur?" diye sordular.
O da:
"Başa gelecek musîbetler, kişiyi nimetler gibi sevindirecek olursa..." şeklinde cevap verdi.
O’nun en meşhûr duâsı da şudur:
"Yâ Rabbî!
Sana cennetin için ibâdet ediyorsam, beni cennetine koyma!Eğer sana cehenneminden korktuğum için ibâdet ediyorsam, beni cehenneminden çıkarma!.. Eğer sana senin rızân için ibâdet ediyorsam, beni cemâlini seyretmekten mahrûm etme!"