Bir İple Dokuz Köpeği Bağlayan Kadın
Tâbiîn devrinde yaşamış Hak Dostlarının önde gelen- lerinden olan ve gerek zaman bakımından gerekse mekan bakımından top yekun bütün İslâm âleminin kendisi ile iftihar ettiği ulular kâfilesinin serdarlarından birisi olarak tarihe geçen yüce ruhlu bir kadın vardır:
Hazret-i Râbiatü’l Adeviyye kuddise sirruhü...
Hayatını istikâmet ibâdet hayır iffet ve fazîlet dairesinde geçirmiş olması itibariyle kendisine “Ümmü’l Hayr” yani Hayırların Anası” lâkabı verilen ve son derece akıllı ve dirâyetli olan büyük bir kadın...
Hz. Râbia (k.s.) erkeklerin pek çoğunun hayret ve imrenmelerine ve bu yüzden de kendisine mürâcaat ederek pek çok hususta ders almalarına sebep olacak derecede yüksek hallere mazhar olduğu gibi tazarru ve niyâzın sembolü tevekkül ve teslîmiyetin timsali aşk ve iştiyâkın numûnesi akıl ve iradenin billurlaşmış şekli olduğundan ötürü kendisine “Tâcü’r-Ricâl” yani “Erkeklerin Tâcı” unvânı verilen fazîlet âbidesi büyük bir kadındır.
Onun bu derece yüksek bir liyâkate hakkıyla sahip oluşunun en büyük şâhidi Süfyan Sevrî Hasan Basrî ve Süleyman Dârânî gibi başımızın tâcı olan birçok büyüklerin kendisiyle şartları dahilinde ve işin nezaketi içerisinde görüşmüş olmaları ve ondan ibret dersi almış olmalarıdır.
İşte bu mübârek kadının düşündürücü bir hâli:
Erkeklere akıl dağıtan bu mübarek kadın yine akıllı ve imanlı olmanın gereği olarak zamanla dünya ile alakasını kesmiş ve kendisini tamamen ebedi hayatla ilgili hususlara özellikle de iştiyakıyla yanıp tutuştuğu Cenâbı Hakk’ın Mukaddes cemâlini seyredeceği o ebedî saâdet anlarını düşünmeye ve o vuslat anları için hazırlık yapmaya vermişti.
Öyle ki çevresinde cereyan eden bütün hâdiseler onun İslâm terbiyesiyle gereği gibi yetişmesine vesile olmakta maddî ve mânevî duygularını kamçılamakta ve en yüce gayeyi elde etme hususunda kendisini teşvik etmekteydi. Nitekim kendisi bu hâlini şöyle anlatıyor:
“Ben ne zaman ezan sesini duysam kıyâmet gününün ilân edilişini duyar gibi olurum. Ne zaman kar yağdığını görsem amel defterimin sayfalarının uçuşacağı ânı hatırlarım. Ne zaman sıcakla karşılaş- sam mahşerin sıcaklığını ve hesap gününün harâre- tini hatırıma getirir ve erimeye başlarım.”
Evet akıllı insan hesaba çekilmeden önce ikide bir kendini hesaba çeker ve âhirete eli boş gitmemek için sürekli olarak çırpınır durur.
Nitekim Hazret-i Râbia vâlidemiz kocası vefat edince dünya işlerinin tümünden ilgisini kesmiş ve kendisini tamâmen hayır ve hasenât işlerine özellikle de Cenâbı Hakk’a kulluğa vermişti.
Bir gün Hasan Basri Hazretleri çok hayatî bir konuda konuşmak üzere Hazret-i Râbia’nın yanına geldiğindeHazret-i Râbia ona şöyle demişti:
“Ey Hasan Kadının aklıyla nefsânî arzuları arasındaki orantı nedir? Şayet erkeğin aklı ve nefsânî arzularıyla kıyas edilecek olursa neticesi hakkında fikriniz ve görüşünüz nasıldır?”
Hasan Basrî hazretleri bu soruya şu cevabı verdi:
“Kadının aklı nefsânî arzularının yanında onda bir kadardır. Kadının hevâ ve heveslerine meyli aklî melekelerin- den dokuz misli daha baskındır. Erkeklere gelince erkeklerin aklı dokuz fakat nefsânî arzuları akıllarına kıyasla birdir.”
Hasan Basrî’nin bu cevabı karşısında Hazret-i Râbia’nın verdiği cevap onun ne derece akıllı ve irâdeli ve ne derece Hak Dostu olduğunu göstermesi bakımından gerçekten çok düşündürücüdür.
Hazret-i Râbia (k.s.) şöyle cevap vermişti:
“Ben bir iple dokuz köpeği bağlamaya güç getirirken siz erkeklerin dokuz iple bir köpeği koruyamayışınıza doğ- rusu çok hayret ediyorum.”
İşte akıllı insan işte akıllı kadın ve işte akıllı erkeklerin kendisinden akıl dilendiği Yüce Hak Dostu...
Nitekim Hasan Basri hazretleri aldığı bu hikmet dolu cevap karşısında akıl göz yaşlarını tutamamış hıçkıra hıçkıra ağlamış ve “Bu öğüt bana yeter.” diyerek oradan ayrılıp gitmişti.
Evet akıllı bir insan nefsin ve şeytanın arkasından gidip de kıymetli ve değerli ömrünü kadın ve servetmakam ve şöhret gibi sonu gelmez bir kısım heves ve arzular peşinde harcamaz.
Çünkü bütün bunlar sûrî ve fânî şeylerdir. Dolayısıyla bunlar için yapılan bütün harcamalar da fânîdir ve bu tür harcamalar ne yazık ki er-geç karşılıksız olarak hebâ olup gidecektir.
Hem bunları bilen bir mü’min aklını kullanır aklıyla işin âkıbetini görür irâdesini iyice sağlamlaştırır da geçici olan şeylerin arkasına merakla takılıp gitmez ve güzelim ömrünü faydasız şeylerle heder etmez.
Evet akıllı ve kâmil bir insan kalbini yok olmaya mahkum olan fânî şeylere değil; sürekli ve kesintisiz olan bâkî şeylere çevirir de ebedle tatmin olma- ya ve ebedle huzur bulmaya çalışır.
Bu husustaki sözlerimizi muhtereme vâlidemiz Râbia Hâtun’un şu îmân ihlâs tazim teslîmiyet akıl aşk ve iştiyak dolu münâcâtıyla bitirelim:
ım! Benim Seninle olan aram bozulmasın da isterse bütün âlemle aram bozuk olsun. Benim seninle olan irtibâtım ve alâkam yerinde ve sağlam olduktan sonra başka şeylere hiç mi hiç değer vermem.
ım! Bana dünyada nasip ettiğin bütün nimetleri dünyayı çok seven kâfir kullarına ver. Bana Cennette takdir edip ihsan edeceğin nimet ve lezzetleri de âsî olan mü’min kullarına ver.
Bana gelince ben Senden sadece Senin Likâ ve Cemâl-i Kemâlinle müşerref olmayı (rü’yetini) talep ediyorum. Bana da Cemâlinle müşerref olma nimet ve lezzetini ihsan eyle.
İşte îmân işte gerçek âkıbeti gören akıl işte nefsi terbiye ve ıslâh etmenin yolu ve işte Yüce Mevlâ’ya karşı duyulan ve duyulması gereken aşk ve iştiyak...