Kalp kelimesi lügatlerde “bir halden başka bir hale çevirme, değiştirme” şeklinde izah edilir. Aslı Arapçadır ama Türkçemizde de kullanılan artık Türkçeleşmiş bir kelimedir. Ve Arapçada olduğu gibi kıymetli iki şeye isim olarak kullanılır.
Bunlardan biri, vücudumuzun hayatının devam etmesine hizmet eden ve tüm azaların vazifelerinin devamı için onlara kan yetiştiren çam kozalağı şeklindeki et parçasıdır. Bu sanevberi gibi olan et parçası vücudun bir yerinde olmasıyla beraber adeta her yerindeymiş gibi iş gören harika bir can makinesidir.
Diğeri bu et parçasının tazammun ettiği, hislerin mazharı vicdan, efkârın ma’kesi dimağ olan, ruhtaki rabbani bir latifedir. Manevi vazifeler görür. Ruhtaki havas-ı insaniyenin imdadına yetişip manen ihyalarına çalışır. Diğer latifelere delilleriyle saniini ilan eder. Onların ihtiyacı olan gıdaları, nurları yetiştirmeye çalışır. Âlemden gelen bilgileri değerlendirmeye alıp yorumlar. Kendi kalitesine göre sonuçlar çıkarır.
Biri ciğerlerin yardımıyla dışardan gelen oksijen ile kirli kanın temiz kana çevrilip tüm vücudun diri kalmasına hizmet eder
Diğeri vicdanın desteğiyle âlemden gelen malumat ile bilginin marifete çevrilip tüm ruhun ve hislerin manen canlı kalmasına hizmet eder.
Biri maddi diğeri manevi hayat makinesi olan bu kalplerin aynı isimleri taşımalarında güzel bir letafet var. “O latife i insaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cismi-i sanevberinin cesede yaptığı hizmet gibidir. Nasıl ki bütün aktarı bedene ma-ül hayatı (hayat suyunu yani kanı) neşreden(dağıtan) o cismi sanevberi bir makine-i hayattır ve maddi hayat onun işlemesi ile kaimdir. Sekteye uğradığı zaman ceset de sukuta uğrar. Kezalik (bunun gibi) o latife i rabbaniye a’mal ve ahval ve maneviyatın heyet-i mecmuasını hakiki bir nur-u hayat ile canlandırır. Işıklandırır. Nur-u imanın sönmesi ile mahiyeti, meyyiti gayri müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.”
Maddi kalbi incelediğimizde;
Kalpte bulunan sol kulakçıkta, iliklerde üretilerek gelen bir alyuvar, bol miktarda oksijen ve gıda bulur. Burada yüklendiği malzemelerle yola koyulan kırmızı küre yanındaki arkadaşlarıyla beraber güçlü bir pompalama ile aort atardamarından başlayan bir yolculuğa koyulur. Akciğer dışında herhangi bir noktaya gitmek üzere başlayan bu hareketin sonucunda vazifeli olduğu hücreye ulaşır ve o hücrenin ihtiyacı olan oksijeni ona bırakıp ondaki karbondioksit yükünü alır. Ve karbondioksiti dışarı atılmak üzere toplardamarlarla akciğere getirir. Ciğerler yardımıyla dışardan gelen hava, kanın temizlenmesinde kullanılır ve temiz kan sürekli bir şekilde kalp sayesinde bedene ulaştırılıp hayatın devamı sağlanır.
Maddi kalp vücudun sol yanında bir yere sahiptir. Ama o vücudun bir yerinde değil her yerindedir denilebilir. Çünkü götürdüğü kan ile tüm vücutta iş görür.
Kalp yaptığı bu vazife ile nereye gitse oraya hayat götürür. Hangi organa gitse onu ihya eder. Hangi hücreye ulaşsa ona can olur. Kalpte bir hastalık olsa tüm işler aksar ve tüm uzuvlar zarar çeker. Mesela insan beyni kalpten 4 saniye destek almadan fonksiyonlarını sürdüremez. Bedende imdadına yetişmediği hiçbir nokta olmayan bu alet, maddi hayatın devamının sebebidir. Hayat onun işlemesine bağlıdır. Ne zamanki sekteye uğrar yaşayan beden cansız cesede döner ve hayat son bulur. Kalbi durdu beden öldü denilir.
Manevi kalbe baktığımızda;
İnsanın dış âlemden aldığı bilgiler vardır. Baktığında gözleri koca koca dağları görür. Yürüyen çocukları, akan ırmakları, buğday taşıyan karıncaları, güneşi, ayı görür. Meyve yüklü ağaçları, üzerinde isimler yazan mezar taşlarını, iç içe girmiş binaları, adeta her yeri maviye boyamış okyanusları, her yerleri aniden ihtiyarlandıran bembeyaz karı görür. Nazarını her nereye çevirse oralardan çeşit çeşit bilgilerle döner bakışları.
Her an türlü türlü sesleri duyar kulakları. Bazen bir gök gürültüsü bazen bir su şırıltısı bazen bir kuş sesi veya bir arı vızıltısı. İnsanların seslerini duyar. Çocukların ağlama seslerini, hastaların inleme seslerini, ihtiyarların yavaş ve kesik kesik çıkan seslerini, bir vaizin nasihatlerini, bir hafızın tilavetini, bir dostun sohbetini, bir hocanın anlattığı dersi, bir melodiye eşlik eden güfteleri işitir. Hiçbir özel çaba sarf etmeden kulağı toplar gelir çeşit çeşit sesleri.
Burun fark eder her bir kokuyu. Gülü koklar mesela. Mesela ıhlamuru. Ayırabilir her bir yiyeceği kokusundan. Ayvanın kokusu farklıdır çileğinki farklı. Hiç birini ihmal etmeden havadaki tüm kokuları fark eder burun.
Dil teftiş eder her bir tadı. Ağza gelen her bir yiyecek hakkında tüm detayı söyler. Hangi hurma Medine hurması hangi elma Amasya elması ayırabilir. Bunun tadı ekşi bununki tatlı bu mayhoş bu acı şu ise çok lezzetli der.
Tatlar âleminin mütehassıs bir müfettişi olarak pek çok bilgi verir insana.
El dokunduğu her yerden malumatla döner. Pamuğun yumuşaklığını, taşın sertliğini, yaprağın inceliğini söyler. Suyun serinliğini, havanın sıcaklığını, rüzgârın soğukluğunu fark eder tenimiz. Neyin ıslak neyin kuru olduğunu söyler.
Gözler gördüğünü, kulaklar duyduğunu, eller dokunduğunu, burun kokladığını, dil tattığını iletir. Her biri müdakkik bir mütalaacı gibi toplarlar âlemden gelen her türlü bilgiyi ve kalbe iletirler.
Kalbe gelen bu malumat kalbin sağlığına göre, ki kalbin sağlığı imandır, farklı haller alır. Ya soğuk bir hayretle karışık abesiyete ya hayranlık uyandıran marifete dönüşür.
Küfür ile ifsat olmuş bir kalp elbette bu temiz malzemeyi ve bu kaliteli hammaddeyi heder edecektir. Bozulmuş makineden sağlam ürün çıkmaz. Neredeyse gelen tüm malumat kâfirin kalbinde ya anlamsız tesadüflere veya kıymetsiz abesiyetlere inkılâp eder. Temiz bilgi kirli küfre döner. Kalb-i kâfir âlemin doğru olan sözlerini yalan tercüme eder. İman yerine şirk ve küfrü besler. Bozulmuş kalp daha da perişanlaşır hem kendi hem ondan medet bekleyen latifeler karanlıkta kalmaya devam eder.
Bundandır ki; kâfir kalplerin piri olan şeytan kalbinde marifetullah olmaz. Âlemlerin rabbi olan hazreti Allah’ı görmesine, her bir harika sanatına şahit olmasına, isim ve sıfatlarının tecellisini açıkça müşahede etmesine rağmen iman etmez. Şahit olduğu onca harika, ifsat olmuş kalbinde zerrecik marifete (marifetullaha) dönüşmez.
Hidayet ile nura kavuşmuş mümin kalbi ise gelen bilgiyi iman ile mayalayıp malumatı marifete dönüştürür. Marifetullahın beslediği muhabbettullah ile ruhani lezzeti tadar. Yine marifetullahın kuvvetlendirdiği imanıbillâh asansörüyle insaniyetin yüksek mertebelerine çıkar.
Kalb-i mümin marifetullah ile gıdalanıp kendi nurlandığı gibi latifeleri de nurlandırır. Tüm havassı insaniye nispetine göre gıdalarını ve ışıklarını kalpten alıp aydınlanırlar. Maddi kalbin tüm vücut azalarına kan yetiştirip can vermesi gibi manevi kalpte malumatı marifet nuruna çevirip temiz imanı bütün hislere yetiştirir. Manen onları ihya eder.
Tefekkürün ziyade kıymeti bu yüzdendir. Tefekkür eden insanın manevi istihale makinesi çalışıyor ve bilgiler marifete dönüşüyor demektir.
Ne dersiniz, bu okuduklarımızdan bize gelen bilgiler kalp makinemizde neye dönüşmüştür?
Muhammed M. KÜÇÜKYAZICI
Kaynak : İbret net