Yürüyorum... her zerremde sana aşkınlığımı daha bir zorlayarak yürüyorum... bütün bedenimi dolanan atar damarım olsun... toplar damarım olsun... kalbimin buluşma noktasındaki dehlizlerde hep seni soruyorum...
Bütün vuslatım sende bütünlenip sana bir katre daha büyütürken aşkımı... çaresiz kalıyorum... dağınıklığım melodilerimden neyime aksederken an be an içimdeki Rüveyda ruhunu işliyorum... Bilmem ki neden hırçınlığıma aldırış edemiyorum... Neden sana olan firaka masivanın diğer bedenleri gibi kayıtsız kalamıyorum... Nezaketle bütün güzellikleri ve bütün olan güzellikleri elimin tersiyle itiyorum... çünkü biliyorum ki nezaket sensin... güzelliğin kaynağı sensin... sensin her zerremde çoğalan... sonra da bir güneş gibi doğan...
Ben merkezli bütün acuzeler sana aciz kalmışken... aşkına nasıl kayıtsız kalıp da nasıl ruhumda yüceltmeyeyim seni... umman bir damla olarak senin zerrenden düşmüşken... sonra da hiçliğimi sende bulmuşken... şimdi söylesin bütün beşeriyat iklimleri... ister rüzgar diliyle... ister boran diliyle seni dillendirirken... nasıl vuslatın ve aşkın çocuğu!... ızdırap ile katre katre çoğalmayayım...
Ol aşk ki!... ol vuslat ki!... içimde an be an büyürken ser ta ser aciz ruhum masivadan dolanıp duruyordu... modern çöllerin gözünde hiç pesendide-i ruhsarın... mah cemali ruşenin iklimine düştüğünü görmemişti kimseler... hep mecnun hikayesi anlatıp durmuşlardı... mecnundan füzun aşıklık istidadı olan Fuzuli'yi de dinlemişlerdi amma zerrenden düşüp de bir damla umman olanın şikeste kalbini görmemişti kimseler... lakin beşerin görmesi içinde değildi bütün bu dertler... bu çileler... yine de bu kalb işte.. şikeste bir kere...
Aşk ile büyüyen şikeste kalbim aşk ile ızdırabında her gün dalga misali çoğaldı vuslatta... ol sebepten ızdırabım ram ile öyle haz ile dide-i baran olup vuslat gayesini bitirdi... ol sebepten ızdırabım... öyle haz ile kuşe-i hicrana düştü ki vuslat hiç düşünülmedi... ızdıram öyle haz ile mest-ü hayran bıraktı ki kendine... vuslat kelime manasını yitirdi...
Yitik ülkelerin çöllerinde aranır oldu vuslat... amma aşk ile ızdırap onunla vuslatta yakın oldu... her gürünen didede... her sürülen izde... her çekilen sürmede aşk vardı.. ve gerisi yalandı.. ilki ve sonu ile hayatın her ikisi arasında ızdırap vardı... aşk ve ızdırap ikiliğinde vuslat hep yakındı... amma vuslat hep uzadı... uzadıkça da uzadı... hiç merkezli bedenlerde aşk aşk olalı... ister firak deyin buna... ister gurbet... ister sıla deyin... amma aşka ve ızdıraba hep uzadı vuslat... hiç merkezli bedenlerde... vuslat vuslat olalı...
Ay ışığında leylanın gözleri güzel kılınca güzelliği hep vuslatın izinden giderdi aşk... ve peşi sıra ızdırap... vuslat ile ızdırap arasında aşk vardı... ol sebepten bu üçlü dizilişte aşk her ikisiyle de hemhaldi... sonrası bütün kapılar vuslata açılırken aşk ile... ızdarap ile... gezilen mevsimlerin hazları anlatılırdı vuslatta... aşkın ızdırabı ile yüceldim var mıydı ötesi derken... Gülistan-ı letafette vuslat rayihalarını saçardı ızdıraba...
Gülşenin gül-i ra'nası hicri takvimlerin hiçi gösterdiği zamanda... vuslat ile aşk bütün oldu o anda.. ay yarıldı bu kutlu zamanda... insanlığın aşkı gelince... ol devrin beklenen vuslatı gelmişti.. amma o aşk ki ızdırab ile vuslata erme yollarını gösterendi.. hayatından örnekler ile güzel bir öğreti sunandı... ızdırap çekerken benim gibi aşkta kalın... ki vuslata erenlerden olasınız diyendi... vuslat ile aşkın çocukları o tarihten mütevellit ızdırap ile adlandırıldı... ızdırabın çocukları aşkı tanıdı... vuslatı tanıdı... şem-i aruzun en mutlu anı denilip atlas bahçelerde... firdevste... bir çelenk yüzle 6666 tebessüm sunuldu... ve sunu: "Oku dendi oku!... Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!..." ser ta ser güzelliği bütün iklimlerde okuduk... an be an aşkın ızdırabıyla vuslatı okuduk..