HADİS İLMİ VE TARİH! GELÎŞİMÎ
I. HADİS VE ÖNEMİ
1) Hadis'ln Logat ve Istılah Manasısı
Hadis lugavî olarak "yeni" demek olduğu gibi "haber vermek" anlamına da gelir. Bu anlamda "haber" ve "eser" kelimeleri de kullanılmaktadır. Hadis, "... Onun (Kur'an) gibi bir söz getirsinler..." (TÛr/34) ayetinde söz ve ayet anlamında, "Musa'nın haberi sana ulaştı mı?" (Tâhâ/9) ayetinde de haber anlamında kullanılmıştır.
Hadis ıstılahı mânâ olarak şöyle tarif edilmektedir: "Hadis; söz, fiil, tsk-rir, ahlâk ve fıtratıyla ilgili bir vasıf olarak Hz. Peygamber'e izafe edilen her
şeydir".
Hadîs'le eş anlamlı bir kelime olarak "sünnet" terimi de kullanılmaktadır. Sünnet, lügatte mutlak olarak yol ve gidişat anlamlarına gelmektedir. Hadisçiler, hadiste olduğu gibi Hz. Peygamber'in ahlâk ve İtliatıyîa ilgili vasıflarını da "sünnet" kavramına dahil etmektedirler. Bu yüzde» Sünnetle Hadis'i birbirinin yerine kullanılan iki terim olarak kabul etmek mümkün olmaktadır.
Yukarıdaki tarife tekrar bakıldığında 'hadis' veya 'sünnet' denildiği zaman, kavlî, fiilî, takrir! ve ahlâk! özelliklerin tümünün birden kastedildiği anlaşılır. [4]
2) Kuds! Hadis
"Kudsî", "ilâhî" veya "rabbanî" diye nitelenen bir başka hadis çeşidi daha vardır ki, bunu da kısaca açıklamak faydalı olacaktır.
"Kuâsî Hadis", Kur'an olmamak kay&y!a, Hz. Peygamberin (sa) "Allah Hâlâ şöyie buyurmuştur" diyerek, Allah'a nisbet etmek suretiyle bildirdiği sözlere denilmektedir. Bu, Kur'an ile hadis arasında bir mertebede olduğundan Kur'an hükmünde sayılmaz; zira sözler peygambere aittir. Ancak Hz. Peygamber "Allah leata buyurdu" diye bunun kendi beyanı olmadığını açıklamış ve "hadis-i nebevf'dea farklı olduğuna işaret etmiştir.
Kudsî hadisler genellikle Allah'ın büyüklüğünü, rahmetinin beyanını, hükümranlığının kudretini, ihsan ve İkramımn bolluğunu konu edinirler. Hz. Peygamber'm hadislerinden bu yönden de ayrılırlar. Namazda okunmazlar, abdestsiz kendilerine dokunulabilir. Lafızları muciz değildir, mânâ olarak rivayet edilmeleri de caizdir. [5]
3) islâm Dini'nde Hadis'İn Yeri
Mütahassıs âlimlerimiz, sahih hadisin bütün müslümanlara delil olduğu sonucuna vararak, mü'minlerin, Rasûl-i Ekrem'e (s.a) bağlamp onun hükmüne boyun eğmelerini farz kılan ayetlerle bu görüşlerini desteklemişlerdir. Bu görüşün aksini kabul eden kimseye de âlim sıfatım vermemişlerdir.
Derin ilmî araştırmaların bu doğru sonuca varması gayet tabiidir. Zira müminlerin Rasûlullah'a (s.a) itaat etmesini emreden ayet-i kerimelerin başka türlü yorumlanması mümkün değildir. Hz. Peygamber'e itaat da ancak onun sünnetine yapışmak, hadisleriyle amel etmek, din? problemlerde ona başvurmak ve onu, dinin Kur'an-ı Kerim'den sonra gelen ikinci kaynağı olarak kabul etmekle mümkündür.
"Hz. Peygamberin hadislerinin teşrî' bakımından müstakil olduğunu Kur'an kabul ediyor mu?", "Eğer hadis Allah Kitabı'mn bir açıklaması veya kapalılığının anlatımı ise, bu durumda Kur'an 'la beraber hukukî kaynaklardan biri olarak kabul edilebilir mi?" gibi sorulara cevap verebilmek için sünnet-i seniyye ile amel etmenin vâcib olduğunu belirten belli-başh ayetlere göz atmamız gerekecektir.
Abdurrahman b. Yezid, hac mevsiminde dikişli bir elbise ile ihrama girmiş bir kişiyi görür ve ona, elbiselerini çıkararak Rasûl-u Ekrem'in (s.a) giydiği şekilde ihrama bürünmesini tavsiye eder. O kişinin "Bana elbisemi çıkarmamı emreden bir ayet oku bakalım!" demesi üzerine Abdurrahman ona verilecek en güzel cevabın;' 'Peygamber size neyi getirdi ise onu alın, size neyi yasak etti ise ondan da uzak durun" (Haşr/7) ayetini okumak olduğunu görür.
Dikişli elbisenin çıkarılması Kur'an-ı Kerim'de açıkça belirtilmemiştir.
Fakat bu meseleye dair hadis-i şerif vardır. Demek oluyor ki, bu hukukî hükmü sadece sünnet ortaya koymuş ve teşri kaynaklardan müstakil bir kaynak durumuna gelmiştir. Çünkü Hz. Peygamberin yasak ettiği şeyden sakınmalarını mü'minlere emreden Allah lefllfi'dır.
Hz. Peygamber'in hadisi bulunan bir konuda mü'minm yapacağı şey her ihtilafda ve davada şu ayet gereğince tam bir teslimiyetle sünnetin vereceği hükme boyun eğmekten ibarettir.
"Rabbin hakkı için, onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar". (Nİsa/65)
Allah Teâlâ peygamberine "İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasm diye, sana da Kur'an-ı Kerim'i inzal ettik" (NahI/44) buyurmak suretiyle, mü'minlere sünnetin teşrî'deki yerini göstermek istemiştir. Zira peygamberin sözleri ve davranışları ayeti açıklayarak onun mücmelini tafsil, mut-lakını takyîd, genel lafızlarını tahsis eder ve Kur*an-ı Kerim'in belirtmediği ölçüleri, cezalan ve cüziyyâtı da belirler. Kur'an'ın açıkça bir hüküm getirmediği yerlerde sünnet, müstakil olarak teşri* yetkisine sahiptir. Kur'an'ın anlamını ve anlatımım kendine bıraktığı hususları da açıklar.
tik dönem alimlerinin (selefin), sünnetin Kur'an ayetlerini açıklamaktaki büyük önemini anlamış olmaları, bazılarını sünnetin Kitap üzerinde söz sahibi olduğunu söylemeye bile sevketmiş ve nitekim Evzaî "Sünnet'in Kitab'a olduğundan çok, Kitab'ın Sünnet'e ihtiyacı vardır" demiştir.[6]
Verdiğimiz örnekler, sünnetin iki fonksiyonu bulunduğunu gösteımek-tedir. Buna göre sünnet, hem Kur'an-ı Kerim'de bulunmayan problemlere hüküm koymada müstakildir, hem de Kur'an-ı Kerim'dekî mücmel ayetlerin açık-layıeısıdır. Bu durum karşısında -Şatıbî'nin de dediği gibi- şunu kabul etmekten başka yapacak bir şey yoktur. "Kur'an-ı Kerim ayetleri de göstermektedir ki Rasûlullah'm getirdiği, emredip yasakladığı her şey, Kur'an-ı Kerim'in hükümlerine katılmaktadır. Kur'an-t Kerim'in bir ilavesidir"
[7] Hz. Pevgamber'-in Kur'an'a ek olarak getirdiği bu hükümler, hadisi Kur'an-ı Kerim'den sonra gelen ikinci kaynak derecesine çıkarmaktadır. Bu da Hz, Peygamber'in "Size, sıkıca sarıldığınız takdirde sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Alllah Kitabı ve benim sünnetim" haâsâ gereğince İslam hukukunun "Kur'an' ve 'Hadis" olmak üzere iki esastan meydana geldiğini gösterir. [8
riyazü s salihin