Allah (c.c.) Kuran'da Namaz hakkında
neler buyuruyor.
1. "Şüphesiz ki namaz
hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar."
Ankebût sûresi (29), 45
Âyet-i kerîmenin tamamının anlamı şöyledir: "Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Şüphesiz ki namaz
hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük
ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir."
Âyette hayasızlık ve kötülük diye tercüme edilen "fahşâ" ve "münker"
kelimelerinin anlamı daha kapsamlıdır. Fuhşiyat, açıktan ve
alenî işlenilen bütün çirkinlikleri, edepsizlikleri ve ahlâk dışı
davranışları ifade eden bir kelimedir. Münker de, aklın ve şerîatın
beğenmediği bütün uygunsuz davranışları ve günahları ifade için
kullanılır. Öncelikle namaz içinde böyle şeyler yapılmaz, onun
gerektirdiği bütün edeplere uyularak namaz kılınır. Gerçekten şuurla ve
hakikatına erilerek, farkında olunarak, ne olduğu bilinerek kılınan bir
namaz, namaz dışında da insanı her türlü çirkinlikten, uygunsuz
davranıştan, edep dışı hareketlerden alıkoyar. Onun için Resûl-i Ekrem
Efendimiz: "Kim namaz kılar da o
namaz kendisini hayasızlıktan ve kötülükten alıkoymazsa, o namaz olsa
olsa onun Allah'tan daha fazla uzaklaşmasını sağlar" buyurmuştur
(Münâvî, Feyzü'l-kadîr, VI, 221). Kur'an'ın namazla ilgili birçok âyeti
vardır. Nevevî'nin konuyla ilgili olarak sadece bu âyetle yetinmesinin
sebebi, onun kapsayıcılığından olsa gerektir.
2. "Namazlara, özellikle orta
namaza devam ediniz."
Bakara sûresi (2), 238
Beş vakit namazı eksiksiz kılmak ve bunu ara vermeksizin yapmak gerekir.
Çünkü âyetteki muhafaza kelimesi namazların eksiksiz, en mükemmel
şekilde ve vaktinde kılınması gibi özellikleri kapsamına alır. Ayrıca
bütün rükünlerini ve şartlarını da yerine getirerek namaz kılmamız icap
eder. Zira âyetin devamındaki "Allah için boyun eğerek kalkın namaza
durun" emri bunu gerektirir. Burada geçen kunut tabiri, taati, huşûu,
boyun eğmeyi ve ayakta durmayı ifade eder ki, dilimizde buna divan
durmak denir. Peygamberimiz: "Namazın
en faziletlisi kunutu uzun olandır" buyurmuştur (Müslim,
Müsâfirîn 164-165).
Orta namaz dediğimiz salât-ı vustânın hangi vaktin namazı olduğu
hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de, genel kabul gören ikindi
namazı olduğudur. Sahâbeden Hz.Ali, İbni Mes'ûd, Ebû Eyyûb, İbni Ömer,
Semüre İbni Cündeb, Ebû Hüreyre, İbni Abbas, Ebû Saîd el-Hudrî, Hz.Âişe
ve daha birçokları salât-ı vustânın ikindi namazı olduğu görüşündedir.
Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, bir görüşünde İmam Şâfiî ve Ahmed İbni Hanbel de
aynı kanaattedirler. Hz.Ömer, Ebû Mûsa ve Muâz'ın da aralarında
bulunduğu bazı sahâbîler ise sabah namazı olduğunu söylemişlerdir. Bazı
sahâbîlerin öğle namazı, bazılarının akşam, bazılarının da yatsı namazı
dedikleri nakledilir. Hatta bu görüşler cuma namazından bayram namazına
kadar uzanan bir çerçeveye oturtulmaya çalışılır. Bunların her biri
üzerinde duracak değiliz. Fakat Peygamber Efendimiz'in: "Orta namaz ikindi namazıdır"
hadisi (Tirmizî, Salât 19) ve Ahzab harbi gününde: "Bizi orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular.
Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun" (Müslim,
Mesâcid 205) buyurması,"ikindi
namazıdır" diyenlerin delilini teşkil etmektedir. Ayrı namazlar
olduğunun ifade edilmesi de, bütün namazların korunması ve hiçbirinin
ihmal edilmemesi gerektiğini ortaya koyar. Nitekim âyetin başında bütün
namazları muhafaza ediniz emrinin yer alması bunun en kesin delilidir.
3. "Eğer tövbe ederler, namazı
kılarlar, zekâtı verirlerse onları serbest bırakın."
Tevbe sûresi (9), 5
Bu ayetin tamamının anlamı şöyledir: "Haram ayları çıkınca Allah'a ortak koşanları nerede bulursanız
öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup
onları bekleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse
onları serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir."
İnsanın mü'min olmasının en önemli göstergelerinden biri namazdır. Namaz
kılan insana âyette geçen muamelelerin hiçbiri yapılmaz. Bu âyetin
hükmü müşrik Arapları kapsamaktadır. Onlar iman edip namaz kılmayı ve
zekât vermeyi kabul edince, daha önce yapmış oldukları şeyler, küfür ve
haksızlıklar bağışlanır. Çünkü İslam insanın geçmişini örter, kişi âdeta
hayata yeni başlamış ve dünyaya yeni gelmiş gibi muamele görür.
4. "Cuma namazı kılınınca
yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin ki
kurtuluşa eresiniz."
Cum'a sûresi (62), 10
Cuma namazından önce ve sonra kılınacak sünnet namazlar hakkında 101
numaralı hadiste bilgi verilmiştir. Bu âyet-i kerîmenin bulunduğu Cuma sûresinin dokuzuncu âyetinde cuma
ezanı okununca, işi gücü bırakıp Allah'ı anmak üzere cuma namazı
kılınması gerektiği belirtilmekte, açıklamakta olduğumuz
yukarıdaki onuncu âyette de cuma namazını kıldıktan sonra herkesin
tamamen serbest olduğu, dilediği şekilde hareket edebileceği ifade
edilmektedir. Diğer bir söyleyişle, cuma namazını kılan kimsenin bu
görevini yerine getirmiş olduğu, şayet ticaretinin başına dönmek
istiyorsa dönebileceği, ilim öğrenmek istiyorsa tekrar kitaplarının
başına oturabileceği, ibadet etmek istiyorsa dilediği şekilde ibadet
edebileceği, hatta dinlenmek istiyorsa dinlenebileceği ortaya
konmaktadır. Âyet-i kerîmedeki "yeryüzüne
dağılın" ifadesi kesin bir emir değildir. Artık herkesin
dilediğini yapmakta serbest olduğu yönünde bir açıklamadır.
Âyet-i kerîmenin devamındaki "Allah'ı
çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz" buyruğu, cuma namazı
kılanlara bir hatırlatma ve uyarı mâhiyetindedir. Yüce Rabbimiz bu kısa
ve özlü tavsiyesi ile bize şöyle demektedir:
Siz cuma namazını kılmakla bir görevi yerine getirdiniz, artık dağılıp
gidebilirsiniz; ama kendinizi büsbütün dünyaya kaptırmayın. Kalbinizi
devamlı surette canlı ve uyanık tutabilmek için işinizin başında veya
evinizde iken yahut bir yere gelip giderken Allah'ın adını anıp
zikrederek, zaman zaman Kur'an okuyarak, nâfile namazlar kılarak,
Allah'ın kullarına ve diğer mahlûkatına iyi davranıp hizmet ederek,
O'nun size esirgemeden verdiği lütufları düşünerek Cenâb-ı Hakk'ı her
fırsatta anıp zikredin. Böyle davranırsanız Allah'ın rızâsını
kazanabilir ve dolayısıyla kurtuluşa erebilirsiniz.
5. "Gecenin bir bölümünde de
uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere, nâfile namaz kıl; ola ki bu
sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır." İsrâ
sûresi (17), 79
Âyet-i kerîmede Peygamber Efendimiz'den, gecenin bir kısmında uykudan
kalkması ve namaz kılması istenmektedir. Arapçada geceleyin uykudan
uyanarak namaz kılmaya teheccüt dendiği için bu namaza da teheccüt
namazı adı verilmiştir.
Peygamber Efendimiz bütün gece uyumayıp namaz kılan sahâbîlerini ikaz
etmiş, bunun vücudu yorgun düşüreceğini dikkate alarak bütün gece ibadet
etmeyi doğru bulmamıştır. 152 numaralı hadiste geniş bir şekilde ele
alındığı üzere, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem genç sahâbîsi
Abdullah İbni Amr İbni Âs'ın kendini hırpalarcasına ibadet etmesini
yasaklamıştır.
Âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre teheccüt namazı sadece Peygamber
Efendimiz'in şahsına mahsus bir ibadettir. Bu ibadetin Resûlullah için
fazladan bir fazilet yani mendup ve nâfile olduğunu söyleyen âlimler
vardır. Onları böyle düşünmeye sevk eden, Peygamber aleyhisselâm'ın
geçmişte kalan ve ileride işlenmesi mümkün görülen bütün günahlarının
bağışlanmasıdır. Ümmeti için durum elbette farklıdır. Gece namazı
onların günahlarına kefâret ve bağışlanmalarına sebep olur. Bazı âlimler
ise teheccüt namazı denilen gece namazının Peygamber Efendimiz için beş
vakit namaz üzerine ilâve edilmiş fazladan bir farz olduğunu
söylemişler, bu özel farz ile onun ümmetine olan üstünlüğünün bir kere
daha pekiştirildiğini belirtmişlerdir.
Âyette "Ola ki bu sâyede Rabbin
seni övgüye değer bir makama ulaştırır" diye belirtilen makâm-ı
mahmûd, hamd, minnet ve teşekkürlerini sunma makamı demektir. Bu yüce
makam Resûl-i Ekrem Efendimiz'e mahsustur. Kıyamet gününde her ümmet,
diğer bir ifadeyle bütün beşeriyet Resûlullah'ın şefaatıyla mahşerdeki o
korkunç bekleyişten bir an önce kurtulmak isteyecekler, kurtulur
kurtulmaz da ona bu lütuf ve şefâatinden dolayı şükranlarını
sunacaklardır. Makâm-ı mahmûd'un, makâm-ı şefaat olduğu söylenebilir.
6. "Vücutları yatak yüzü görmez."
Secde sûresi (32), 16
Vücutlarının yatak yüzü görmediği
belirtilen kimseler, geceleyin kalkıp Allah rızâsı için ibadet eden,
namaz kılan, dua eden kimselerdir. Bu âyet-i kerîmenin tamamı
şöyledir:
"Korkuyla ve ümitle Rablerine
yalvarıp ibadet ettikleri için vücutları yatak yüzü görmez. Kendilerine
verdiğimiz nimetlerden Allah yolunda harcarlar."
Geceleri kalkıp ibadet eden kimselerin mükâfatı yukarıdaki âyetin
devamında (17 numaralı âyette) şöyle belirtilmektedir:
"Yaptıklarına karşılık olarak
onlar için kendilerini mutlu edecek ne güzel nimetler hazırlanıp
saklandığını bilemezler."
Âyet-i kerîmede bu mükâfatın büyüklüğünü hiç kimsenin tahmin ve hayal
edemeyeceği belirtilmektedir. Onun ne muazzam ve erişilmez bir mükâfat
olduğunu sadece Cenâb-ı Hak bilir. 1884 numaralı hadiste geleceği üzere
Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ'nın has kulları için hazırladığı bu
mükâfatı hiçbir gözün görmediğini, hiçbir kulağın duymadığını, bu büyük
lutfun hiçbir insanın hatır ve hayalinden geçmediğini söylemiştir.
İbadet ve tâatla meşgul oldukları için vücutları yatak yüzü görmeyen bu
bahtiyar insanlardan, aşağıdaki âyette şöyle söz edilmektedir:
7. "Geceleri pek az uyurlar."
Zâriyât sûresi (51), 17
Âyet-i kerîmenin baş tarafından itibaren cenneti kazanmış muttakî
insanların özellikleri sayılmakta, bu özelliklerden birinin, dünyada
iken geceleri teheccüt namazı kılmak için pek az uyumaları, zamanlarını
Allah'a ibadet ve dua ile geçirmeleri olduğu belirtilmektedir. Bir
sonraki âyette onların bu ibadetlerinin seher vakitlerine kadar devam
ettiğine işaretle "seher vakitlerinde bağışlanma diledikleri"
söylenmektedir.
Hayatın fâni, ömrün kısa, dünyanın gelip geçici olduğu unutulmamalı,
sağlığın ve gençliğin pek çabuk tükenen birer sermâye olduğu göz ardı
edilmemelidir. Geceleri kalkıp ibadet ve dua etmek nefsimize hoş
gelmediğinden, tembelliğimize kılıf bulmak için bin dereden su
getirmekteyiz. Halbuki bize ömür sermayesini lütfeden Allah Teâlâ, başka
âyetlere bakmasak bile, yukarıdaki üç âyette, iyi kullarının
özelliklerinden birinin geceleri ibadet etmek için yatağını terk etmek
olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim hepimize ibadet zevki nasip eylesin
(âmin).
Kaynak: Riyâzü's Sâlihîn, Erkam
Yayınları.