Müslümanların İslam'ı Yaşama Hususunda Öne Sürdüğü Bahaneler
İnsanoğlu, yaratılış gayesini düşününce; hayatın amacının kulluk olduğunu ve Allah'a kulluğun en iyi şekilde yapılması gerektiğini bu düşünme eylemi neticesinde çok net görebilir. Bütün hayatın amacının İslam, nefes alıp vermemizin, kalbimizin çarpmasının sebebinin İslam olduğunu akleden beynimizle ve duyu organlarımızla idrak ediyoruz. Ve idrak ettiğimiz bu güçlü hakikati hiç bir şekilde inkar edemeyiz. Mükellef olan hiç bir Müslüman'ın İslam'a ittiba etmesini engelleyen bir özrü olamaz. Eğer kişi İslam'a bağlanma ya da bağlanamama noktasında bazı özürler öne sürüyorsa bu İslam'i düşünüşten uzak olmanın göstergesidir.
İşte öldürücü mefhumlardan başta gelenler şöyledir; Allah affedicidir fikri, amelleri geleceğe ertelemek, istiyorum ama uzun süre İslam'a bağlanamıyorum, tembellik, zamanım yok, kendini başkalarıyla kıyaslamak, zamana uy fikri ve her şey haram fikri.
1. Allah affedicidir:
İnsan, ameline güvenerek af olacağını ümit etmemelidir. Ancak, Allahu Teâlâ'nın rahmetini, ihsanını düşünerek affedilebileceğini ümit etmelidir. Çünkü Cenâb-ı Hak, şirkten başka günahları dilerse affedeceğini, rahmetinden ümit kesilmeme¬sini, bağışlama ve merhametinin çok olduğunu bildirmektedir..
Allahu Teâlâ'nın af ve mağfiretini ümit eden müminleri ve kendisinden korkanları Cehennemden çıkaracağı, bir annenin çocuğuna olan şefkatinden çok daha merhametli olduğu hadîs-i şeriflerde bildirilmiştir. Elbette ki yüce Rabbimizin Rahman ve Rahim sıfatları onun affediciliğine ve merhametine delalet etmektedir. Ama şu da akıldan çıkarılmamalıdır ki aynı zamanda Rabbimiz azabı en ağır olandır.
"Allah'tan korkun ve bilin ki Allah'ın azabı gerçekten çok şiddetlidir." (Bakara 196)
Bazı Müslümanlar faiz alıyor ve veriyor, bu amelinin neticesinde de pervasızca kötü amelinin önüne Allah'ın affını perde ediyor. Kimisi namazını kılmıyor, kimisi orucunu tutmuyor halkın arasında İslam'ın abc'si diye bilinen bu amelleri yapmayarak da "Allah affeder, Allah affeder" diyerek, farzın terkinde Allah'ın rahmetine sığınıyorlar.
Hem itikadı bozuk hem de kötü şeyler yapan kimsenin "Benim kalbim temizdir, Allah beni affeder" demesi asla doğru değildir. Çünkü hadîs-i şerifte buyruldu ki;
"Ahmak o kimseye denir ki, her istediğini yapar ve rahmete kavuşmasını ümit eder."
Resul (sav.) buyuruyor ki; "Sadece Allah'ın rahmetine sığınan kişi mahşerde Allah'ın rahmetini hiç görmeyecektir."
2. Geleceğe ertelenmek;
Çok kötü bir hastalık olan hayırlı amelin ileri tarihe atılması, şeytanın da hadsiz gayretiyle kişiye müptela olup onu Allahtan ve cennetten uzaklaştıran zehirli bir mefhumdur. Sürekli olarak kişi yapacağı ameli yarın, olmadı öbür gün, olmadı bir ay sonraya atarak erteler ve neticesinde de aradan bir sene geçer, hatta bir seneden de fazla çok uzun bir zaman geçmiştir fakat vakıa aynı durumdadır. Planlanan amelin önüne nedense hep bir engel çıkar. "Şunu da yapıyım, şu işi de alıyım, şu sınavı da gireyim, kızım biraz büyüsün" gibi planlar ve projeler serisiyle asıl plan askıda kalır.
Oysaki Peygamber Efendimiz; "Hayırlı amellerde aceleci olun, bekletmeyin" buyurmaktadır. Ve yine Efendimiz (sav.); "Cehennem yarını olmayan insanlarla dolu." buyuruyor.
Hz. Enes (Radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) yere bir çizgi çizdi ve "Bu insanı temsil eder" buyurdu. Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek; "Bu da ecelini temsil eder" buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra; "Bu da emeldir" dedi ve ilâve etti: "İşte insan daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona daha yakın olan (eceli) ansızın geliverir." (Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Zühd 25, (2335); İbnu Mâce, Zühd 27, (4232).
Ve şair de diyor ya;
Ömür dediğin üç gündür
Dün geldi geçti, yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür
O da bugündür...
3. Uzun süre İslam'a uyamıyorum:
Bazıları İslami hükümlere bir kaç gün bağlı kalırken, bazısı bir kaç hafta, bazısı ise bir ay bağlı kalabiliyor. Ve yakınmalar başlıyor ben aslında uymak istiyorum İslam'a ama yapamıyorum. Şimdi böyle bir sorunu nasıl tedavi edebiliriz.
Bizler biliyoruz ki insanda kabarabilen bir içgüdü mevcut. Ve insanın içinde bulunduğu ortamdan ve atmosferden etkilenmesi kaçınılmazdır. Arkadaş çevresi, atmosfer Allah'ı, Resulünü değil de zevki ve haramı hatırlatıyorsa bu insanın içgüdülerini tetikler, kabartır, kişinin İslam ve takva yolundan gitmesini zorlaştırarak nihayetinde de bu yoldan alıkoyar. Yapılan hayırlı amel kişinin defterinde bir kaç gün bir kaç hafta ve bir kaç ay gibi sayılı kalır. İşte bu şahsın sorununun çözümü atmosferini değiştirmesidir. Mesela; hacdan gelenler ve ramazan ayına giren kişiler o atmosferden çıkınca eski hallerine dönerler. Çünkü kişiye çevresinde sürekli olarak haramı, mubahı, farzı hatırlatan yoktur. Mesela; tertemiz çiçek kokularıyla mis gibi kokan bir odadaki kişi ile; sigara, boya gibi pis kokulu bir odadaki kişinin kıyafeti aynı kokabilir mi? İşte bu misalde de olduğu gibi ortamın havası insanın ruhuna çöker.
"O gün zalim olan kimse ellerini ısıracaktır, ah keşke bende peygamberle beraber bir yol tutsaydım. Vay bana..! Keşke falanı dost edinmeseydim. Bana Kur'an gelmişken, gerçekten beni ondan o saptırdı. Şeytan insanı yapayalnız, yardımcısız bırakır." (Furkan 27-29)
4.Tembellik:
Bazı insanlar ise ben yapamıyorum, üşeniyorum, benim kanım böyle işlerde çok ağır, bizler tembelliğe alışmışız gibi uydurma sebeplere başvurur. Bir insan ne kadar tembel olursa olsun, yarım saatlik bir yerden başka bir yere gidip gelmesi için belirli bir miktar para vaat edilse bu teklifi derhal kabul eder hatta koşa koşa gidip gelir.
Hz. Muhammed (sav.) namazlarının sonunda el açıp Allah'a dua ederdi. Çeşitli kötü, yanlış, zararlı ve istenmeyen şeylerden Allah'a sığınırdı. Bunlardan biri de tembelliktir. Efendimiz (sav.); "Ya Rabb'i, tembellikten sana sığınırım." Derdi. (Buhârî, Cihâd, 25, 74; Müslim, Daavât, 48, 52; Ebu Davud, Vitr, 32, Edeb, 101; Tirmizî, Daavât, 70, 76, 115; Neseî, İstiâze, 7, 8, 12; İbn Mace, Dua, 3; Ahmed b. Hanbel, II, 185, III, 113, 117).
Ayrıca Hz. Muhammed (sav.) zamanında Müslüman olan insanlar ona biat edince, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet edeceklerine ve tembellikte bulunmayacaklarına, tembellik yapmayacaklarına dair biat ediyorlardı. (Ahmed b. Hanbel, III, 322, 340, V, 325).
Peygamberimiz buyuruyor ki; "İkindi namazını kaçırmış olan bir insan, sanki ailesini ve malını kaybetmiş insan gibidir."
Bu hadisi duyan Müslüman nasıl olur da kanında ağırlık olduğunu söyleyebilir. Efendimiz bu hadisle kişinin direkt olarak fikirlerine dokunuyor, ailenin kişi için önemi ne ise namaz da o kadar önemli, bir vakti kaçırmanın değeri, aileni malını kaybetmenle eş değerdir diyor. Kişinin az bir parası bile kaybolsa ya da ailesini bırakalım yakını bir kaza geçirse kendini oradan oraya atar, peki aynı kıymette olan namazını neden tembelliğe verir.
Kur'an ve Sünnette tenkit edilen ve bütün peygamberler tarafından sakındırılan tembellik Müslüman'a yakışmayan, onu hem dünyadan hem de ahiretten geri koyan başarısızlık nişanesidir. Eğer kişi neye kavuşacağını, ne için koşacağını bilir ve bunu kendinde mefhumlaştırırsa tembelim diyen kişide iz, eser kalmayacaktır. Kişinin mefhumu değişince ise ona abdest almak, namaz kılmak gibi ameller zor gelmeyecektir. Bunları Allah rızası için yapa yapa artık bunlar onun için basitleşecektir.
5. Zamanım yok:
Fani dünyamızda Müslümanların geneli en çok neye vakit ayırıyor şöyle bir göz atacak olursak eğer; birinci sırada mesleki icraat, ikinci sırada okul daha sonra kariyer, aile, akraba gibi sıralayabiliriz. Vakit yoksa tekrar iyice düşünelim bakalım, onca zaman nereye gidiyor?! İyi para kazanayım, rahat yaşayım, para pul biriktireyim, her gün arka arkaya iki dizi izleyeyim, ev gezmeleri için iyice süslenip en güzel ben olayım... işte eğer vakit bunlara gidiyorsa hepimiz bir düşünelim bakalım... Kim götürebilmiş bir bez parçasından başka bir şey, kim yanına alabilmiş sevdiklerini ve biriktirdiklerini?!
İslam perspektifinden baktığımızda ise Tevbe suresinin 24. Ayeti meali şüphesiz herkesi şiddetle sarsacaktır:
"Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez."
Mümin yaşarken İslam için yaşamalı, Allah için yaşamalı, Allah için almalı Allah için vermeli. Her şey İslam'ın etrafında dönmeli. Hayat, anne, baba, evlat, iş, mülk bunlar İslam'ın etrafında olmalıdır. Her değer hayatın merkezinde durmamalı ve hayatın amacı olmamalıdır. Allah'ın rızasını kazanmak için bunlar vesileler olarak görülmeli. Hal böyle olunca da insanın İslam'a vakit ayıramaması gibi bir durum söz konusu dahi olamaz. İnsan yaratılma gayesini ve yüce Rabbinin büyüklüğünü acziyetiyle düşünürken İslam'dan daha üstün daha çok vakit ayırabilecek neyi görebilir ki?!
6. Kendini başkalarıyla kıyaslamak:
Şeytan bu yolla kişiye çok yaklaşır ve mağlup eder kişiyi. Mağlubiyetin delili ise kişi kendini var olan duruma inandırmışçasına kendinden emindir. O kadar emindir ki, iki haramın içerisinden kendi işlediğini diğerinden daha iyi, kendini ise kötünün iyisi olarak görmektedir. Haramların birini diğerinden daha hafif ve ufak görmek çok tehlikeli bir düşüncedir. İçkiyi satıyorum ama ben içmiyorum ki, zina yapıyor olsam bile kimseye tecavüz etmiyorum ki. Bu söylentilerin sahipleri şeytanın tuzağına düşmüştür. Çünkü kendini daha beterlerle kıyaslıyor. Oysa ki alemlerin Rabbi Yüce Allah hesap günü defterlerimiz ortaya çıktığında Ahmet'le Mehmet'in defterini kıyaslamayacak.
Mümin eğer kıyaslama yapacaksa dünya hayatında kendinden daha kötülerle kıyaslamalı ki sabrın doruklarına çıkıp şükrünü hakkıyla eda edebilme fırsatına nail olsun. Ahiret meselesinde ise kendinden daha üstünlerle kıyaslasın ki İslam davasında önde gidenlerin lideri olma şerefine mazhar olup cenneti ayakları altına serdirebilsin...
7. Zamana uy diyenler:
Bazı insanlar İslam'ın geri kalmışlığından ve modern çağa ayak uyduramamasından bahsedip durmaktadır. Bunu söyleyenler ancak kara cahillerdir. Oysaki İslam hiç eskimeden, her bir zaman diliminde ve her bir mekânda uygulanabilirlik vasfına sahiptir.
Cehaletin kucağına düşmüş olan bu kişiler daha da ileri gidip fen ilimlerini ve teknolojiyi batıya izafe ederek bunu demokrasinin bir ürünü olduğunu iddia ederler. Hâlbuki bilimsel ve teknolojik gelişmeler ideolojiye ait bir olgu olmayıp Allah'ın kullarına ihsan ettiği bilimsel araştırmalar (deney, laboratuar) sonucu ortaya çıkan ürünlerdir. Elde edilen bu bilgi ve teknoloji ise Allahu Teala'nın şu beyanına göre çok az bir kısmıdır:
"Size verilen (bilgi) sadece küçük bir şeydir." (İsra 85)
Zaman ilerlemekte ve her geçen gün yeni bilimsel gelişmeler insan hayatına girmektedir. İslam'ı karalayanlar İslam'ın bu gelişmelerden geri durduğunu ve İslam'ın bu gelişmelere bir cevabı olmadığını düşünmekteler. Fakat çağın meselelerinden olan klonlama/kopyalamak, organ nakli, kürtaj, tüp bebek ve internet, gibi konularda yüce İslam ictihad kapısından girerek, bu meselelere Şer'iata uygun bir şekilde cevap vermektedir. İslam'ın bir araştırma metodu vardır ve bu metoda göre hareket ederek her çağa bu metoduyla ışık tutmaktadır.
Gelişen teknolojiye karşı İslam bu maddi değerleri almayı hatta kafirlere karşı üstünlükte bulunmamızı emreder. Yoksa bunlar haramdır, Arap yarımadasındaki kullanılmış olan eşyaları kullanmak gerekmektedir, arabaya değil de deveye binin gibi bir zihniyet taşımamaktadır.
Bu ayrımı yaptıktan, İslam'ın metodunu kavradıktan sonra, İslam'ın her çağı raptedecek güçte olduğunu idrak etmek güç olmasa gerek. Ve zamana uy diyenlere şu soruyu sormak lazım: Biz 2010'dayız ve 2010'da fitne, fesad, eşcinsellik varsa biz 2010'a mı uyacağız?
Kuran'a ve Sünnete baktığımız da zamana uy diye hiç bir emir hiç bir delil göremeyiz ama bu zamanı değiştirmeye yönelik olan ‘emril bil maruf neyhil anil munker' yani ‘iyiliği emret kötülükten nehyet' emirlerini nasıl olur da görmezden gelebiliriz!
8. Her şey haram:
Aslında zehirler arasında kıyaslama yapmak ne derece doğrudur. Neticede hepsi de ölüme sevkeder. Fakat bu mefhum en zehirlisidir. Çünkü her şey haram, her şey haram böyle yaşamaktansa haram işle yaşa fikri kişinin İslam'a olan sevgisinin ve İslam'a olan bilgisinin yok denecek kadar az olduğunun resmidir. Resullah da insandı onun da özel hayatı, evlilikleri, zevkleri, beğendiği yiyecek, içecek, kokular ve kıyafetler vardı. Helal dairesinde yaşar, Rabbini razı edecek şekilde, eşlerini memnun edecek şekilde yaşar, yeri geldiğinden onlarla şakalaşır ve yeri geldiğinde de onlarla yarış yapardı. Temiz ve güzel giyinirdi, Allahın lütfettiği nimetlerden lezzet alır ve buna şükrederdi. Şimdi İslam'daki en büyük model en büyük örneğimiz helallerle dolu yaşamında mutlu bir insanken her şey haram fikrini taşıyan kişi mutluluk kavramını nasıl tanımlıyor? Haramı işleyerek mutlu olmaya çalışan kişi öncelikle mutluluğun ne demek olduğunun, İslam'a göre insanın neden ve nasıl mutlu olacağının farkında değildir. Ancak batının mutluluk fikrine sahip olan bir kişi her şey haram diye düşünür. Bir tarafta Allah'ı razı etmenin, Resulu takip etmenin, sahabeleri model almanın, Allah için ilim öğrenmenin ve hatta insanlara zarar veren yoldaki bir taşı kaldırmanın eşsiz hazzını yaşamak varken diğer tarafta da sonsuz cehennemi Allah'ın büyük azabını hiç düşünmeden plajlarda açık saçık serinlemenin, kadınlı, erkekli, içkili, kumarlı ortamlarda bulunmanın, genç ve güzel bir kadınla zina yapmanın göz kırpma anı kadar zevki olduğunu bilen insan nasıl olur da haram çukurunda mutlu olur?! Dünyada ve ahiretteki asıl mutluluğu eliyle her şey haram diyerek kenara atabilir?! Ebedi ve asıl mutluluk cennet ehlinindir ki ve onlar da helalleri tadarak oraya ulaşmışlardır. Nur suresinin 52. Ayet mealinde Rabbimiz buyuruyor ki:
"Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır."
Evet kardeşlerim,
İşte bu gibi serzenişler, böyle bahaneler insana ademden geldiğini ve başka bir dünyaya gideceğini unutturmamalı. Hani bir koyun sürüsüne bir kurt uğrar, kurt belki bir belki iki koyun kapar kaçar ve o çok korkan sürüdeki bütün koyunlar bu kurt gittikten sonra otlamaya devam ederler ya işte İnsanoğlu da koyun misali otlamaya devam etmemeli ve insan-ı adem olduğunu, kulluk için yaratıldığını unutmamalı. Kabul edilebilirliği olmayan, ipe-sapa gelmez bahanelerle ne kendini ne de Rabbini kandırabilir kişi. Kişi bu bahaneleri bu dünyada ortaya atarken sanki ölmüşlerin arasındaymış gibi düşünürse bu söylentilerin peşinden gitmeye devam edebilir mi? Ya da dehşet görüntüsüyle, Azraillin karşısında hazır beklediğini düşünürse bu bahanelerin arkasına kendini gizleyebilir mi?
"Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (Al-i İmran 5)
Velhamdulillahi rabbul alemin.
Zeynep Afra