Kurtuluş Savaşı’nın beyaz maskeli kadını Kadın tarihi”, gerçekten de tarih araştırmalarında ihmal edilen bir alan. Birkaç istisna hariç, tarihin erkek bedenlerinin macerası olarak yazılmasına alışmış durumdayız. Ancak kadınların kendi içerisinde de bir hiyerarşi bulunduğunu görmezlikten gelemeyiz. Yani onların da yazılanları ve yazılmayanları var. Talihlileri ve suskunları, hatırlananları ve unutulanları olduğu gibi…
Bugün size unutturulan bir kadından, Kurtuluş Savaşı’nın beyaz maskeli kadın mücahidinden söz edeceğim; şu Gül Hanım’dan. Mesela yakınlarda yayınlanan ve Yunus Nadi 2006 Sosyal Bilimler Ödülü’nü kazanan Zeki Sarıhan’ın Kurtuluş Savaşı Kadınları (Remzi Kitabevi, 2007) adlı kitabında Gül Hanım hakkında bilinenler tekrarlanır.
Beyaz MaskeGül Hanım’dan ilk olarak bahseden kişi, bildiğim kadarıyla Kemalettin Sami Paşa’dır. Bursa’da İstanbullu öğretmenlerin düzenlediği bir toplantıya katılan Kemalettin Sami Paşa, coşkulu konuşmasında Kurtuluş Savaşı cephelerinde bir fırtına gibi esen Gül Hanım efsanesine şöyle yer vermiştir:
“İsimlerini hürmet ve şükranla kaydedeceğim Halide Edip ve Erzurumlu Gül Hanımlar geldiler. Askerle beraber ağladılar. “Eğer vatanı kurtarmadan gelirseniz, kadın olarak size lânet edeceğiz!” dediler. Bütün asker ağlayarak yemin etti. Gül Hanım taarruzdan bir gün evvel, bütün fırkaları gezdi. Askere birer birer yemin ettirdi. Nihayet asker, kalbi aslan gibi kabarmış, ‘Harp isteriz!’ diye ağlıyordu.” (“Millî ordu nasıl doğdu, nasıl kazandı?”, Yakın Tarihimiz, cilt 3, İstanbul 1962, s. 9.)
Kimdi hakikaten bu Gül Hanım? Hiç yüzünü gören olmuş muydu?
Bildiğim kadarıyla savaş yıllarında onun beyaz bir tülbentle örttüğü yüzünü gören tek talihli, yine bir kadın olmaklığı dolayısıyla Halide Edip Adıvar olmuştur. Adıvar’ın anlattıkları dışında bir ‘beyaz maske’ ile cepheden cepheye koşturan ve askerimizi coşturan Gül Hanım’ın yüzü bir sır olarak kalmıştır. Ta ki bu yazıya kadar… Birazdan onunla müşerref olacaksınız.
Ancak Gül Hanım’ın ‘saklı yüzü’yle karşılaşmadan önce onu bize en geniş bir şekilde tanıtan Halide Edip’in hatıralarına başvuralım. Bakalım Türkün Ateşle İmtihanı yazarı cephede beraber gezdiği bu esrarengiz kadın hakkında neler anlatıyor:
Halide Edip bir gün Akşehir’de at sırtındadır. Doru adlı atı aniden şaha kalkar. Sebebini biraz sonra anlayacaktır. Önde üç asker gitmektedir. Ancak birisinin başı beyaz bir örtüyle kapalıdır ve gözünde siyah gözlük vardır. Binbaşı Tahsin Beye ‘Kimdir bu adam?’ diye sorar merakla. Aldığı cevap karşısında iyice şaşıracaktır: O bir erkek değil, kadındır! Merakı iyice kabaran yazarımız, muhatabı onun Doğudan geldiğini, biraz sonra da kendisiyle görüşeceğini söyleyince rahatlar.
Cephede iki kadının görüşmesiBu görüşmedeki izlenimlerini şöyle aktarır Halide Hanım: “Erzincan’dan garip bir rüya tesiriyle gelmişti. Hazret-i Ali’yi rüyasında görmüş, orduya katılmasını söylemiş. Evini barkını, kocasını bırakarak 15 yaşında oğlu ile orada kumandana gitmiş, o da Garp cephesine yollamıştı. Yunanlılarla savaşmak istiyordu.”
Ardından onun özelliklerini anlatmaya geçer:
“Tatlı bir sesi vardı. Fakat insana huzursuzluk veriyordu. Bana rüyalarını anlattı. Eğer kendisi harbe girerse, Yunanlıların hemen yenileceğine inanıyordu. Hoşuma gitti… Kalbindeki iman ve memleketi kurtarma isteği bizimkinin aynıydı. Diyordu ki,
-Hemen beni cepheye yollayın.”
Ertesi gün Halide Hanım’ın İsmet Paşa’yla görüşmesi sırasında Gül Hanım’dan da bahsettiklerini görüyoruz. Yalnız İsmet Paşa ondan, daha doğrusu ‘maske’sinden biraz rahatsız gibidir.
Tepkisini şöyle dışa vurur: “- Kıyafeti bugüne uymuyor. O garip maskenin arkasında konuşurken insana tuhaf bir his geliyor. Söyle onu başından çıkarsın. Hastanede ona bir yer bulamaz mısın? Yahut tetkik-i mezalim [Yunan zulümlerini inceleme] işlerinde kullanamaz mısın?”
Anlaşılan o ki, Gül Hanım’ın ‘o tuhaf maskesi’, bir diken gibi rahatsız etmektedir İsmet Paşa’yı. Ve yine anlaşılan, Halide Edip Hanım, maskeli hemcinsini yüzünü açmaya ikna etmekle görevlendirilmiştir.
Onu ‘Ortaçağ’dan ve ‘pek isterik ruhundan’ ayırma görevi uğruna yollara düşen yazar, nihayet Gül Hanım’la bir çadırda karşı karşıya gelir. Kendisini asker üniformasıyla kabul eder. Sarı saç örgüleri asker ceketinin üzerinde sallanmaktadır. İnce bir yüzü vardır, küçük bir burnu. Gördüğü çehre, bir cadı yüzü de, bir ermiş yüzü de olmaya müsaittir.
Halide Hanım’ın hastanede çalışma teklifine isyan eden Gül Hanım, ‘uhrevî meseleler’le meşgul olduğunu ve sadece cepheye gitmekle ilgilendiğini söyleyerek kestirip atar.
Aradan bir ay geçer. Genelkurmay Başkanı’nın –Fevzi Çakmak’ın- Halide Edip’e kadından şikayet ettiğine tanık oluruz bu kez. Şikâyetin konusu, Gül Hanım’ın bir köyü basıp ahalinin neleri var neleri yoksa askerlere dağıtmasıdır. Ayrıca rüyalarıyla halkı ‘korkutmaktadır’. Başka herhangi bir bilgi vermez yazar. Ancak bu rüyaların orduya yardım etmedikleri takdirde başlarına kötü işler geleceği yolunda halka korku salmak şeklinde olduğunu tahmin edebiliriz.
Gül Hanım Latife Hanım’ın kapısında
Son olarak Halide Edip’in savaş hatıralarının sonlarında karşımıza çıkar Gül Hanım. Artık İzmir’e girilmiş, savaş nihayete ermiştir. Halide Edip’in de görevi bitmiş, Başkomutan Mustafa Kemal’e veda etmek üzere Latife Hanım’ın evine gider, kapıda Gül Hanım’la son kez karşılaşır. Yüzünde her zamanki gibi ‘o garip beyaz maskeye benzeyen örtü” vardır. Anlaşılan o da Mustafa Kemal’le görüşmeye gelmiştir. Belli ki bazı talepleri vardır. Bundan sonrasını yine yazarımızdan dinleyelim:
Mustafa Kemal Paşa balkondaydı. Ali Fuat Paşa ile, o zaman kabine reisi olan Rauf Bey de yanındaydılar. Gül Hanım’dan söz ederek ona kabul etse iyi olacağını söyledim.
- “Ben onun orada olduğunu biliyorum. Fakat kabul etmeyeceğim” dedi. [Dışarı çıkarken] Kapının önünde Gül Hanım’ın beklemekte olduğunu gördüm. İçim yandı. Fakat, öteki komutanlar kendisine iltifat etmişlerdi. Her halde mükâfatsız hizmet çok daha değerli bir şeydir.
Peki cepheden İzmir’e gelince ne değişmiştir? Cephede iken kadir kıymeti bilinen Gül Hanım, ne olmuştur da İzmir’de Başkomutanla görüşememektedir?
Halide Edip burada susuyor. Tarih susuyor. Ve o mektup başlıyor konuşmaya…
İşte o sürpriz mektup Gelin görün ki, Halide Edip’in hatıralarının yayınlandığı Hayat dergisinde bizi hoş bir sürpriz beklemektedir. 29 Haziran 1960 tarihli 18. sayıda muhtemelen bir ay önce yapılan ihtilalin gürültüsü patırtısı içinde bir ayrıntı gözlerden kaçmış olmalı. Bu yüzden şimdiye kadar dikkat eden olmamış bu mektuba.
Sözünü edeceğim, bir okuyucu mektubu. Bu sürpriz mektubun başında bir kapalı hanım teyzenin fotoğrafı yer almaktadır. Mektup, İzmir Bornova’dan emekli Topçu Yarbayı A. Osman Usman tarafından Gül Hanım’ın ağzından yazılmıştır ve dergide “Gül Hanım rüyasını ve hâtıralarını anlatıyor” başlığıyla duyurulmuştur.
İşte hayatı ve yapıp ettikleri üzerindeki sır perdesini kaldıran o sürpriz mektuptan bazı pasajlar (bu arada Halide Edip’in Erzincanlı dediği kahramanımızın Erzurumlu olduğunu öğreniyoruz):
“20 yaşında iken Erzurum’da, Yunanlıların Ankara’ya çok yaklaşmış olduğunu işittim. Buna çok üzüldüm. Kadınların da toplanarak düşmana karşı koymaları gerektiğini düşünerek teşebbüse giriştim. Haki kumaştan bir asker elbisesi yaptırdım. Bu sırada şöyle bir rüya gördüm:
Hayatını değiştiren rüya“Karanlık bir gecede, düz ve geniş bir meydanda kara bir ordu toplanmıştı. Ben bu orduyu havadan görüyordum. Düşman ordusu olan bu ordu daha sonra parçalandı, bunların yerini Türk askerleri aldı. O zaman ben de yere indim. Türk askerlerinden biri bana bir dağ eteğinde birçok deve gösterdi. Her devenin başında beyaz bir sarık vardı. Ben “Bunlar deve değil, Hazret-i Ali’nin kendisi ve bakışları” dedim. Bu esnada yanımda bir çocuk belirdi. Ona “Nur-ı Muhammed Erzurum’daki Evliya Abdurrahman Gazi senin neyindir?” dedim. “Benim amcamdır” dedi. “Ya benim neyimdir?” diye sorduğum zaman “Senin de kardeşindir” diye cevap verdi.
Bu rüya üzerine Kars’ta bulunan Kâzım Karabekir Paşa’ya mektup yazarak rüyamı anlattım ve harb etmek üzere askere alınmamı istedim. O da ******’e yazmış. ******, Müstahkem Mevkie [Komutanlığına] emir vererek “Kocası müsaade ederse 21. Fırka ile gelsin” demiş. Bu fırka ile Koçhisar yakınına kadar geldim, oradan ayrılarak Ankara’ya gittim. Tam asker kıyafetinde ve tepeden tırnağa kadar silâhlı idim.
Ankara’da ****** beni Çankaya’ya çağırdı. Gittim. Kış dolayısıyla geç kaldığımı anlattım. Düşmanla savaşmak, ondan memleketimin intikamını almak için geldiğimi, müsaade edilmesini rica ettim. Memnun oldu. Yüzüm kapalı idi. Yalnız gözlerim açıktı. Beni İnönü’nün yanına gönderdi. 15 gün Akşehir’de İnönü’nün yanında kaldım. Ondan cepheye sevkimi istedim. Beni 1. Orduya gönderdi. Bütün 1. Ordu birliklerini dolaşarak askeri teşci ettim [yüreklendirdim]. Büyük Taarruza askerler arasında katıldım. Ordu, Afyon’a girerken bulundum. Rüyamda gördüğüm dağın meşhur Afyon dağı olduğunu o zaman anladım. Afyon’dan sonra İzmir istikametine ilerleyen birliklerle geceli gündüzlü yürüyerek ve savaşarak 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdim. İzmir’e girdikten sonra ******’ü Göztepe’de ziyaret ettim. Beni kabul etti. Memnuniyetini bildirdi ve bana Bornova’da ev ve arazi verdirtti.”
Soyadı kanunundan sonra “Yurdaköle” soyadını almış bulunan Gül Hanım, son olarak hastalıkların kendisini yıprattığını, fakat gerekirse yine yurdu için savaşmaya hazır olduğunu söylemiştir. O, kırmızı şeritli İstiklal Madalyasına baka baka kendisini Erzurum’dan Bornova’ya çeken büyük rüyaya dalmıştır yeniden.
Gül Hanım rüyaya dalıyor, tarih rüyadan uyanıyor…
Mustafa Armağan