güller Gelişmiş üye
Ruh Hali : Lakap : güller Rep Gücü : 1693 Nerden : Dünya misafirhanesinde yolcu.
| Konu: fETİH SURESİNİN SON AYETLERİ......MEAL VE TEFSİRİ. Çarş. Ocak 27, 2010 11:50 am | |
| مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alel kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrece şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen). Allah'ın Resûl'ü Hz. Muhammed (S.A.V) ve O'nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah'dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat'taki ve İncil'deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah'a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti. 1. | muhammedun | : Hz. Muhammed (S.A.V) | 2. | resûlu allâhi | : Allah'ın resûlü | 3. | ve ellezîne | : ve onlar, olanlar | 4. | mea-hu | : onunla beraber | 5. | eşiddâu | : daha şiddetli, çok şiddetli | 6. | alâ | : ... a | 7. | kuffâri | : kâfirler, inkârcılar | 8. | ruhamâu | : çok merhametli | 9. | beyne-hum | : kendi aralarında | 10. | terâ-hum | : onları görürsün | 11. | rukkean | : rükû halinde, rükû ederlerken | 12. | succeden | : secde halinde, secde ederlerken | 13. | yebtegûne | : isterler | 14. | fadlen | : fazıl | 15. | min | : den | 16. | allâhi | : Allah | 17. | ve | : ve | 18. | rıdvânen | : rıza | 19. | sîmâ-hum | : onların nişaneleri, alâmetleri | 20. | fî vucûhi-him | : onların yüzlerinde (yüzlerinde var olan, yüzlerindeki) | 21. | min | : den | 22. | eseru | : eserler, izler | 23. | sucûdi | : secdeler | 24. | zâlike | : bu, işte bu | 25. | meselu-hum | : onların örneği, durumu, özelliği | 26. | fî et tevrâti | : Tevrat'ta | 27. | ve | : ve | 28. | meselu-hum | : onların örneği, durumu, özelliği | 29. | fi el incîli | : İncil'de | 30. | ke | : gibi | 31. | zer'in | : ekin | 32. | ahrece | : çıkardı | 33. | şat'e-hu | : onun filizi, filizini | 34. | fe | : sonra, böylece | 35. | âzere-hu | : onu kuvvetlendirdi | 36. | fe | : sonra, böylece | 37. | istagleza | : galiz hale getirdi, kalınlaştırdı | 38. | fe | : sonra, böylece | 39. | istevâ | : sevva oldu, yöneldi, doğruldu, yükseldi | 40. | alâ | : üzerinde | 41. | sûkı-hî | : kendi gövdesi | 42. | yu'cibu | : hoşuna gider | 43. | ez zurrâa | : ekinciler, çiftçiler | 44. | li yagîza | : öfkelendirmek için | 45. | bi him | : onunla | 46. | el kuffâr(kuffâra) | : kâfirler | 47. | vaada allâhu | : Allah vaadetti | 48. | ellezîne | : onlar | 49. | âmenû | : âmenû oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler | 50. | ve | : ve | 51. | amilû es sâlihâti | : salih amel (nefs tezkiye edici amel) işlediler | 52. | min-hum | : onlardan | 53. | magfireten | : mağfiret | 54. | ve | : ve | 55. | ecren | : bir ecir | 56. | azîmen | : büyük | AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm Allah'ın Resûlü Hz. Muhammed (S.A.V) ve sahâbesinin birçok açıdan vasıfları verilmiş. Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametli, rükûda ve secdede, Allah'tan fazl ve rıza isteyen, alınlarında secde izi olan, Tevrat'ta ve İncil'de vasıfları verilen, filizini çıkaran, gövdesi kalınlaşan, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibi olan sahâbeden bahsediliyor. Allah, sahâbeden âmenû olanlara ve nefsi ıslâh eden ameller olan nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yapanlara mağfiret ve büyük ecir (ecren azîm) vaadetmiştir. RİSALEDEN AÇIKLAMA. Fetih Sûresi 28. âyette “diğer dinlere üstün kılmak üzere” ifadesi de geçmektedir. Bu âyetin Yedinci Lem’ada ihbâr-i gaybîsinden bahsederken Üstad, “kendi küçük kabilesine karşı tam galip gelemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâmın getirdiği din umum dinlere galip ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor” demiştir. Dolayısıyla yine Mu’cizât- Ahmediye (asm) risâlesinin birinci nüktesinin sonunda geçen “nev-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı arz onun hükmü mânevîsine girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış...” cümlesi, zamanın bu âyeti nasıl tefsir ettiğini açıkça ortaya koymuştur.
Mu’cizât-ı Ahmediye Risâlesi ile Fetih Sûresi’nin 28. ve 29. âyetleri arasındaki ilişkiyi düşünürken akla gelen diğer bir soru da: Neden mu’cize kelimesinin hiç geçmediği bu iki âyet, üç yüzden fazla mu’cizenin nakledildiği bir risâlenin başında yer almaktadır? Cevap yine 28. âyetin sonundaki “şahit olarak Allah yeter” ifadesi ile alâkalı olarak ikinci nükteli işarette göze çarpan bir ifadede verilmektedir. Üstad, bu ifadesinde mu’cizeyi şöyle tarif etmektedir: “Mu’cize ise Halık-ı Kâinat tarafından, onun dâvâsına bir tasdiktir. Sadakte hükmüne geçer.” Yani her ne kadar bu âyette mu’cize kelimesi geçmese de, Halık-ı Kâinat müstemir âdetini Resûlü’nün (asm) duâsıyla değiştirerek onun risâletine şahitlik etmiştir. Dolayısıyla, üç yüzden fazla mu’cizenin herbiri Cenâb-ı Hakk’ın şahitliğini ifade eden bu âyetin en güzel bir tefsiridir.
19. Mektub’da Hz. Ali (ra), onun hilâfeti ve fitnelerin de ortaya çıkmasıyla alâkalı meselelere de oldukça fazla yer ayrılmıştır. İlk bakışta bu durum Mucizat-ı Ahmediye (asm) ile veya Fetih Sûresinin 28. ve 29. âyetleri ile pek alâkalı görülmemektedir. Cevap yine Fetih Sûresinin bu iki âyetindeki ihbar-ı gaybîden bahseden 7. lem’ada gizlidir. Bediüzzaman Hazretleri oldukça uzun bir âyet olan Fetih Sûresi 29. âyetinin “Sen onların rükû ve secde ettiklerini görürsün. Onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını ararlar” meâlindeki kısmının tam da bu konuyla ilgili olduğuna işaret etmektedir. Aslında âyetin bu cümlesi Hz. Ali’den (ra) de bahsetmektedir ve konu bir yönüyle onun hilafeti ile alâkalıdır. Üstad, âyetin bu kısmını, “...saltanat ve hilafete kemal-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemal-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali’nin (ra) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harbleriyle mes’ul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlâhî olduğunu haber veriyor” şeklinde tefsir etmiştir. Dolayısıyla, yine ilk bakışta Fetih Sûresi ve Mu’cizât-ı Ahmediye Risâlesi ile Hz. Ali’nin hilafeti zamanındaki meseleler birbirinden çok uzak görünmesine rağmen Bediüzzaman Hazretleri bu uzak gibi görünen meselelerin birbiriyle alâkasını çok net biçimde göstermiştir.
Sonuç olarak; Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın i’câz-ı mânevîsinden çıkan Risâle-i Nur, Kur’ân hazinesinden yüzlerce mânevî keşfiyâtı bizlere sunmuş. Kur’ân hazinelerini keşfetmek isteyen her mü’min için Risâle-i Nur’un ne mükemmel bir tefsir olduğu apaçık ortadadır.
ELMALI HAMDİ YAZAR TEFSİRİ: 28- Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.
29- Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.
27- Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını gerçek çıkardı. Hak olarak yahut imanında sabit olanlarla olmayanları ayırdetmek gibi hak bir sebep ve hikmet ile doğru gösterdi, yahut doğru çıkardı, yalan çıkarmadı. Resulullah, Hudeybiye'ye çıkmazdan önce görmüştü ki: Kendisi ve ashabı güvenlik içinde başlarını kazıtmış ve kırkdırmış o larak Mekke'ye girmişlerdi. Bunu ashabına söylemiş onlar da peygamberin rüyasının hak olduğunu bildiklerinden sevinmişler, müjdelenmişler ve bu sene gireceklerini zannetmişlerdi; nitekim Hz. Ömer'in söyledikleri yukarıda geçmişti. Halbuki o daha sonra ola c aktı, onun için geri kalarak Medine'ye dönülünce münâfıklardan Abdullah b. Übeyy, Abdullah b. Nüfeyl ve Rifâa b. Haris: Vallahi ne kazıttık, ne kırkdırdık, ne de Mescid-i Haram'ı gördük, diye dokunmak istemişler onun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Demek k i bu âyet Medine'ye döndükten sonra indirilmiştir. Bu sebeble peygamberin o rüyası yemin ve te'kidlerle kuvvetlendirilmiş sözle ve fiille tasdik ve teyid edilerek açık bir vahiy ile beyan ve kesin bir vaadle ilân edilmek üzere buyuruluyor ki: Bu hem
rüy ayı açıklama, hem de açık bir vahiy ile yeni baştan müjde ve ilândır. kasem yani yemin, tekid'dir. Âyetin mânâsı demektir. Yani siz müminler vallahi, o Mescid-i Haram'a kati olarak gireceksiniz inşaallah. "İnşâallah" kaydında da bir kaç incelik vardır: Birincisi; bu gibi vaad yerlerinde talim içindir. İkincisi; o giriş kendi güçleriyle değil, Allah'ın dilemesiyle olduğuna dikkat çekmek içindir. Üçüncüsü; muhataplar içinde o zamana kadar vefat edecekler bulunabileceğine işaret olmak üzere cemaati n mevcut fertlerine göre bir ihtimale işaret içindir. İnşaallah öyle gireceksiniz ki güvenlikler içinde, rahat rahat başlarınızı kazıtmış ve kırkdırmış olarak yani kiminiz kazıtmış kiminiz kırkdırmış bir halde, İhram'dan çıkarken tıraş olmak hacc veya u m re'nin menâsikindendir. Buradan anlaşılır ki kazıtmak vacip değildir. Taksir, yani kırkmak, kısaltmak da caizdir. Şu kadar var ki, önce ifade edildiğinden dolayı kazıtmak daha iyidir. Haber'de geçende öyledir. Buhârî, Müslim ve diğerlerinde rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) "Allah'ım başını kazıtanları mağfiret et" buyurdu. "Ya Resulullah! ya kısaltanlar?" dediler. Hz. Peygamber: " Allah'ım, başını kazıtanları mağfiret et!" buyurdu. Üç kere yine "Ey Allah'ın Resulü! ya kısaltanla r?" dediler. "kısaltanları da" buyurdu. Kadınlara gelince Ebû Dâvud ve Beyhakî, sünnette "kadınlara kazıtmak yoktur" demişlerdir. Korkunuz olmayarak yani girerken emin emin girdikten sonra da korkmayacaksınız, güvenli tam bir fethe erişeceksiniz, bu m uhakkaktır. Allah bunu gerçek olarak dosdoğru gösterdi. Fakat sizin bilmediğiniz bir şey, bir hikmet bildi de ondan önce, o girişten önce yakın bir fetih yaptı. Hudeybiye barışını elde ederek Hayber fethini yaptı ve bunu o rüyanın doğruluğuna bi r delil ve alâmet kıldı. Hem bu açık fetih, Mekke'nin fethi ile kalacak da değil.
28- O Allah'tır ki, Resulünü hidayetle ve hak din ile gönderdi. Resulü şimdi geleceği üzere Muhammed (s.a.v.)'dir. Hüdâ, doğru yol gösteren delil, "Müttakiler için yol gösterici." (Bakara, 2/2), "İnsanlar için yol gösterici ." (Al-i İmran, 3/4) olan Kur'an.
HAK, Allah'ın güzel isimlerinden, DİNİ'L-HAK, hakkın dini, bütün insanlığın
hukukunu yüklenen, Hak Teâlâ'dan başkasına ibadeti kabul etmeyen İslâm dini ki onu dinin hepsinin üzerine hakim ve galip kılmak için, din denilen herşeyin üzerine çıkarmak hepsine galip ve üstün kılmak için ki bu üstünlük iki yönlüdür: Birisi ilim yönünden delil ve vesikada üstünlüktür ki "hidayetle" buna işarettir. Birisi de, amel yönünden fiiliyatta üstünlük ve hakimiyettir ki, dini'l-hak, tabirinde de bunun gerçekleşmesine işaret vardır. İslâm ile çarpışmak isteyen dinlerin, hepsi muhakkak mağlub olacaktı. Bunlardan birincisinin tamamen ortaya çıktığında şüphe yoktur. İs l âm dini, ilim yönünden her dine galiptir; ikincisi ise tarihte bir dereceye kadar gerçekleşmiş ve bir zamanlar müslümanlar her kavme galip olmuş ise de bunun tamamı daha çok geleceğin gelişmelerinin bağrındadır. Bazıları bunun İsâ'nın inmesinde olacağını s öylemişlerdir. Daha iyisini Allah bilir.. (Tevbe Sûresi'nde bu âyetin benzeri olan 33. âyetin tefsirine bkz.) Şahid olarak da Allah yeter.
29-O indirdiği âyetler ve fiilen ortaya koyduğu mucizeler ile şehadet eder, ki Muhammed Allah'ın resulüdür. Bundan dolayı, ona olan vaadlerini fiilen gerçekleştirerek ispat edecek olan da O'dur. Allah'ın bu şehadetine karşı Muhammed Allah'ın Resulüdür demek istemeyen kâfirler gerçekte kendileri zarar etmiş olurlar. Onunla beraber olanlar da kâfirlere ka r şı çok çetin, çok şiddetlidirler, onların küfürlerine karşı zayıflık, yılgınlık göstermez, sert ve güçlü davranırlar. Onun için barış görüşmeleri sırasında kâfirlerin sözlerine karşı galeyana gelmişlerdi. Fakat kendi aralarında merhametlidirler. Birbir l erine karşı çok yumuşak çok nazik, merhametli hareket ederler. Onun için aralarında hak sözü üzerinde toplanmaları da kolay olur. Onları hep rükû ve secde halinde görürsün, o kadar namaz kılarlar, öyle itaatkâr ve ibadetlerine düşkündürler. Allah't a n lütuf ve rıza isterler, daha fazla sevab ve hoşnutluğunu isterler, öyle çalışırlar ve daima Allah'ın rızasına doğru ilerlemeyi düşünürler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Allah için ihlas ile secde edip durdukları yüzlerinin temiz ve parlayan nûrânîliğinden bellidir. Bir Hadis-i Şerif'te "Gece namazı çok olanın, gündüz yüzü güzel olur." Ebû's-Suûd tefsirinde der ki: "Çok secde etmekten meydana gelen izdir." Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet olunan "Yani suratlarınızı sertleştirmey i niz, sertlikle damgalamayınız." hadisi ile geçen yasaklama, alınlarını yere sürterek o simaları meydana
getirmeye çalışanlar hakkındadır ki o sırf gösteriş ve fitnedir. Buradaki söz ise yalnız Allah için secde eden tam samimi secde edenlerin yüzlerinde meydana gelen izdir. Mücâhid'den rivayet edildiğine göre: İbnü Abbas demiştir ki: âyetindeki iz, göreceğiniz iz değil fakat İslâm çehresi, karakteri, tavrı, vakar ve tevazuudur. Bazı müfessirler de bunu dünyadaki secdelerinden, namazlarından kıyamet günü y üzlerinde meydana çıkacak nur diye rivayet etmişlerdir. "Yüzlerinde refahın parıltısını tanırsın." (Mutaffifîn, 83/24), "Birtakım yüzlerin ağardığı gün.." (Al-i İmran, 3/106) o zikredilen özellik onların Tevrat'taki vasıflarıdır. Tevrat'ta mis a l olarak zikredilen hayret edilecek sıfatlarıdır. İncil'deki sıfataları da şudur: Bir ekin gibi ki filizini çıkarmış, yani çimi sürgünü yarmış, çatallanmış derken onu kuvvetlendirmiş, başak çıkarmaya başlamış derken kalınlaşmış derken safları üzere bir düzeye dizilmiş gövdelerinde zayıflık yok, yatık değil, dik ve düzgün, öyle güzel bir terbiye ile muntazam bir şekilde yetişmiş, öyle düzgün, öyle dolgun, öyle bereketli öyle ki ekincilerin hoşuna gider, toprak sahipleri ve eğitim öğ r etim üstadları onları gördükçe imrenir. İşte Resulullah ve ashabı böyle hoş, mükemmel, intizamlı, güzel bir ekin gibi yetiştirilmiş bir ordudur. Burada Resulullah'ın ahlâkının bereketi, eğitim ve öğretimiyle ümmetine ruh ve cisim yönlerinden verilen hayat i düzen ve neşenin bir ifadesi ve Mekke fatihlerinin bir geçit resmi vardır. Katâde ve Dahhâk'tan rivayet olunan tefsire göre bu tasvir Muhammed ümmetinin İncil'de zikrolunan sıfatlarıdır. İncil'de bir kavim çıkacak ki ekin yetişir gibi yetişecekler, onların içinden de bir kavim çıkacak iyilikleri emredecek ve kötülüklerden nehyedecekler, diye yazılmış olduğu da nakledilmiştir. Fakat diğer bir kısım müfessirlere göre üzerine atfedilerek yukarının kaydıdır yani "O Tevrat'taki ve İncil'deki sıfatla r ıdır." demektir. Allah tarafından yeni bir temsildir. Keşşaf sahibi, şöyle der: Bu bir misaldir ki yüce Allah bunu İslâm milletinin başlayışı ile gelişme şekli hakkında getirmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) yalnız olarak kıyam etti, sonra Allah T e âlâ onu ekinin ilk çivi ondan doğarak etrafını saran filizlerle katlanıp kuvvetlendiği gibi yanındakilerle takviye etti. Zira bunun görünen şekliyle zeri'i Peygamber, şat'i ise ashabıdır. Şu halde bu yalnız ashâbın değil, Peygamberle beraber ashabının bir temsili olmuş olur. Bunların ne için böyle yetiştirildiğine gelince onlarla kâfirleri öfkelendirmek için, yetiştirilmişlerdir.
Veya önce geçen cümleye bağlı olarak, onlarla kâfirleri öfkelendirmek için Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaad etmiştir. Buradaki zamirini müfessirlerden çoğu öbür zamirler gibi 'ya göndermişler 'in beyaniyye olduğunu söylemişlerdir ki hepsinin "iman edip salih amel işleyenler" sıfatıyla sıfatlanmış olduğunu ifade etmiş olur. Bu şekilde teb'ıziyye olamaz. Fakat İbnü Cerîr işbu zamirinin mânâsına dönük olduğunu açıklamıştır. Yani o ekinin çıkardığı filizlerden iman edip Allah ve Resûlünü tasdik eyleyip de Allah'ın emrettiği güzel işleri işleyen kimselere bağışlanma ve büyük sevap vaad etti demek olur ki bunlar İslâm'a girenlerdir. Yukarıda diye özellikleri açıklanan topluluktan sonra kıyamete kadar Hz. Muhammed'in dinine girecek olanların hepsi kastedildiği için burada filiz zamiri çoğul olarak getirilmiştir... Biz c e bu mânâ diğerinden daha güzeldir. Bununla beraber, bu şekilde zamirinin kâfirlere gönderilmesi öfke illetine daha uygun olacağı görüşündeyiz. Yani Allah Teâlâ, Resulünün yanındaki ashâbı ile kâfirlere hiddet vermek için onlardan; o kâfirler içinden i mana gelip de iyi ameller yapan kimseler bağışlanma ve büyük sevap vaad buyurdu, şüphe yok ki bu şekilde imana davet, cahiliyye taassublarına dokunur, onları kızdırır. Nitekim oğlu Ebû Cendel'in imana gelmesi babası Süheyl'i ne kadar kızdırmıştı. bu sebep t en burada hem ashaba hiddet gösterenlerin kâfirler olduğu anlatılmış, hem Ebû Cendel ve Ebu Nasîr vak'aları gibi kâfirleri kızdıran olaylara işaret edilmiş olduğu gibi geleceğin fetihleriyle İslâm'a girip güzel hizmet edeceklerin bağışlanması, mükafat ve s evapları da ayrıca anlatılmış oluyor. İşte Allah Teâlâ, Peygamberine başı ve sonu mağfiret ve nimet olan bu sûre ile böyle apaçık, böyle parlak ve etraflı bir fethi temin etmiştir. Bu şekilde "Fetih Sûresi"nin sonu özellikle terbiye ve intizâmın önemine işaret ettiği için bunun üzerine iç terbiye ve islahatın tamamlanması hususunda "Hucurat Sûresi" başlayacaktır. | |
|