Sure-i Feth’in Hudeybiye ile ilgili irtibatının çok kavi bulunduğunu, siyak-sibaka uygun bir keyfiyet arzettiğini ve Sahabe’nin bilumum mazhariyete erdiğini ifade etmiştik. Hudeybiye, bidayet itibariyle bir zull gibi algılanmış, itaat meselesinde tam girizgâh sağlanamamıştı. İmtihana maruz kalan sahabe efendilerimiz (Allah hepsinden razı olsun), imtihanın burcunda bir fethin berk kıvılcımıyla üzerlerine sağanak sağanak yağabileceğini sonra anlayacaklardı. Hatta Hazreti Ömer (radıyallahu anh) efendimiz, hayatına sadaka ikame eyleyip, nurlu atıyyeleri matıyyesinden ayırmayacaktı.
Günümüzün “hudeybiye”si de farklı olmayacaktır, işleyegelen bu vetire, Müslümanlara zull gelmeyecek ve şûra ortamlarında kendilerine ayrılmış kardeşlik kanaviçelerinde pürüz sağlamayacaklardır. Sağlam zeminin temin edilmesinde küçük fetihler feth-i mübinin eteğinden ayrılmayacak, müslümanların temsil gücünün sırrının esamesinin bir bayrak gibi dalgalanması izhar buyrulacaktır. Hudeybiye-fetih kardeşliği, müslüman için karanlığı boğan yol ışığı olacak, tilavetteki keyfiyet ise ortama bu değeri atfedecektir. Tilavet, derinliğe vabeste bir çap arzederse belki daha rantabl atıyyeler bahşedilecek, kul bunun uç noktasını ubudiyet semasında hissedecektir (Rabbimizden niyazımız..) Fetih sûresinin gözyaşlarıyla sulanmayı bekleyen altın sayfalarında (tilavet derinliği tali yoldan ayrılmadan) nice idrak ufku mevcudiyetini dile getirmektedir.
İnanç rahlemize serdiğimiz kutsi kıvılcımlarda kalb-kafa dünyamıza ait artı vâridatın avdet etmesi uzak olmayan bir ihtimaldir. Tefsir süzgecinde düşünce sancısı çekebilme hedefi, müslüman için bir tedrici periyot olmalıdır. Âyetlerdeki derin mefhum ve harfler dahi, kelamullahı derk etme adına bir bahtiyar karinedir.
Fetih suresinin mutlak fethi beyan etmesi (vahy), içeriği itibariyle müslümanların günlük hayatta nasıl yaşaması ve davranması gerektiğini vurgulaması açısından çok mühimdir. Bir hazine olarak inanmış kullara tahşidatı yapılan ve hayatın beynini donduran ne yüce bir mefhumdur bu: Temsil.. Temsil, ihsan şuuruna ermiş (Cibril (aleyhisselam) hadisiyle temcid edilmiş) bir kulun vasf-ı mümeyyizi konumunda bir hakikattir. Temsil, imanı kalblere duyurma ve yansıtabilme adına, erişilecek zirvenin en sâfiyane koridoru mesabesindedir. Temsil, yaşama-yaşatma mefkuresinin odak noktasındaki nakış buyruğudur ki;müslümanın kendisini kardeşinin aynasında rasat edebilmesi bu mefhumla gerçekleşmektedir.. ve temsil öyle zirveüstü bir cilve-i rabbaniye-tecellidir ki, beşerin bu mefhuma yanaşıp da şerefsüdur olmaması içten bile değildir.
Hudeybiye, mukassi bir zaman diliminin adı olması hasebiyle sure-i fethe bayraktarlık eylemiştir; öyle ki, on dokuz yıl içerisindeki İslam’a koşanların sayısı, on dokuzuncu ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in irtihaline kadar bir nur helezonu halinde katlanagelmiştir. Bu katlanma kemiyet olarak değil de keyfiyet olarak maslahat arzetmiş ve arş-ı âlânın sakinleri ebediyet gamzeden tebessümlerini esirgememişlerdir. Temsilin tebliğe sebkat eylemesi sahnesi cereyan etmiş ve rabbani kullara emr-i bil maruf yolunda yüce bir talim dersi buyurulmuştur.
İslam’a susamışlara temsil havuzu açılmış ve namütenahi kanalın menfezine doğru fevc fevc ilerleme kaydedilmiştir. Sahabe efendilerimizi daha yakından izleyebilmenin yanında; onlardaki muhabbetullah ve marifetullahın izdüşümleri temaşa edilmiş, hal ve tavırlardaki tertemiz iman tohumları, nasibi olanlara serpilmiştir. Nasibi olmayanlarla da ticaret-hukuk ve içtimai coğrafyada, ümmet-i vasat sütlimanında, gerekli aktüel teamüller işlenegelmiştir. Hafif bir şekilde temas ettiğimiz bu bahiste, fıkıh ilmine çok büyük fayda sağlanmış ve “beyy-şira” meselesine zenginlik kıvılcımları takviye eylenmiştir.
En büyük kazancın (biiznillah) temsil yoluyla olduğunu da vurgulamakla birlikte, geleceğin sahabesi Ebu Süfyan (radıyallahu anh) ile Hirakl arasında şöyle bir diyaloğun geçtiğini de nakletmeyi faydalı görüyoruz:
Hirakl:
-Bu zatın nesebi nasıldır?
-Soylu ve asil bir nesebe sahiptir.
-Daha evvel atalarından böyle bir iddiada bulunan oldu mu?
-Hayır, olmadı.
-Ataları içinde hiç hükümdar var mıydı?
-Hayır, yoktu.
-Ona tabi olanlar, zayıflar mı ileri gelenler mi?
-Ekseriyet itibariyle zayıflar.
-Cemaati azalıyor mu çoğalıyor mu?
-Gün geçtikçe çoğalıyor.
-Hiç yalan söylediği oldu mu?
-Hayır, onu hiç yalan söylerken görmedik.
-Hiç vefasızlık ettiği oldu mu?
-Bugüne kadar olmadı; ancak bundan sonrasını bilemem.
“En büyük kazanç, ganimettir” hadis-i şerifinin de tecellisi bu süreçte (siyak-sibak olarak zuhur etmiştir ki) endamını göstermiştir. Semure ağacının altında mutlak beyatı yapan sahabe efendilerimize (Rabbimiz hepsinden razı olsun) mutlak sekinetin de inmiş olduğu ayet-i kerimeyle takdis edilmiş ve bilumum bütün bu rabbani kulların ilahi affa mazhar buyruldukları beşareti ve remzi verilmiştir (Fetih, 18). Hakiki ganimetin de işari manada bu olduğu vahyedildi ki, Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi, bu âyetin tasavvufi manasını bize şu şekilde ifade buyurmuşlardır:
“Hak Teala Hazretleri, masivadan tecerrüt şeceresinin füyuzat/karin sâyesi altına iltica ederek fenafillah mertebesini ihraz için Habib-i nezihiyle ahd ve misakta bulunan mücahitleri devlet-i rıdvana mazhar kılmıştır. Ve onların kalblerindeki safvet-i imanı bilmiş, ruhlarına rahik-i hikmetini ifaza eylemiştir. Artık onlar beşeri hefevat yüzünden manevi derecelerini gaip ederek sukuta uğramak korkusundan mutmain bulunmaktadırlar.
Zat-ı Akdes’i ilâhi, o muvahhid kullarını ahd ü misaklarının ilk semeresi olmak üzere bir nive mükâşefata nail etmiştir. Onları ileride de daha büyük mükâşefat ve tecelliyata muvaffak buyuracaktır.
Zat-ı celil-i sübhani, bütün mükevvenata galiptir, O’nun tecelliyat-ı inâyeti birer hikmete müstenittir. ”
Ey Rabbimiz, günahı kesret teşkil eden bizleri, kaymayan yıldızların yolundan bir lahza da olsa ayırma.. Molla Camî (rahmetullahi aleyh) edasıyla biz derbeder kullarını bu yolun kıtmîri eyle.. gönül-vicdan adesemize bu hakikat eltafının damlalarının aksetmesini nasip eyle!..
Gürsel ÇOPUR